Yirmi milyona yakın öğrencinin ve bir milyona yakın öğretmenin olduğu ülkemizde eğitime dair konuşmalı, sormalı, tartışmalı ve gerekiyorsa bu süreci eleştirmeliyiz. Milli Eğitime bağlı elli binin üstünde okul var, bu okulların hedeflerine baktığınızda ya da internetten rastgele bulduğunuz okulların web sayfalarını incelediğinizde öğrenciler için konulan hedeflerin aşağı yukarı aynı olduğunu görebilirsiniz: “Araştıran, sorgulayan, yaratıcı, bağımsız düşünebilen, eleştiren öğrenciler yetiştirmek…”
Basmakalıp ifadelerin kendini gösterdiği bu vizyon-misyon tümcelerinin yaşama geçtiğine inanarak, eğitim sistemimizin bu kusursuz akışına hayran olabilirsiniz. Başka bir bakış açısıyla da öğrenciler için konulan hedeflerin yaşama geçip geçmediğini sorgulayabilirsiniz. Türkiye’nin geleceğine bakmak istiyorsak yetiştirdiğimiz öğrencilerin becerilerini ve buna bağlı olarak eğitim programımızı gözden geçirmeliyiz.
Öğrencilerin kazanmasını istediğimiz becerilerden “eleştiri” kavramını ele alalım. Eğitim programlarımızın neresinde öğrencileri “eleştiri” kavramı ile tanıştırıp, içini doldurup, yapılandırıp, öğrencilerin bu beceriyi kazanmasını sağlıyoruz? Herhangi bir dersin içinde belirgin olarak yer almayan bu becerinin, formal eğitimin başladığı anasınıfından liseye kadar karşımıza çıkmadığı bir gerçek. Tüm akademik programlar içinde eleştiri kültürünün oluşturulması için özel bir çalışma oluşturulmadığı ortadayken, öğrencilerde bulunmasını hedeflediğimiz bu becerinin öğrencilerde kendiliğinden yeşereceğini düşünmek çok da anlamlı olmasa gerek.
Biliyoruz ki eğitim, kalıcı izli davranış değişikliği gerektiriyor. Bizim ülkemizin kalıcı izleri de okul öncesi dönemde, yani ailede başlıyor ve aşılamayacak duvarlarını, yaşama atılan ilk adımlarda örmeye başlıyor. Rol model alarak öğrenmeye başlayan çocuk içinde bulunduğu sosyal çevrede, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını yaşayarak öğreniyor ve ailede otorite figürü ile tanışıyor. Otoritenin, bu genelde baba oluyor, eleştirilemeyeceğini, eleştirildiğinde neler olabileceğini farklı ve kırıcı deneyimlerle öğreniyor. Omuzların öne düşmesi, gözlerin yere bakması, özgürce hareket edememe, sınırlandırılmış çerçevede konuşma çocukluk olarak karşımıza çıkıyor.
Bu ön öğrenmelerle, çizilmiş sınırlarıyla okula başlayan çocuk, uzun yıllar yaşamında yer alacak yeni bir otorite ile tanışıyor: Öğretmen. Sınıflarda duyabileceğimiz, “Çok biliyorsan sen anlat.”, “Sana mı soracağım?”, “Konuşma!”, ” Bir tek sen akıllısın!”, “Yok ya demek beğenmedin!”, “İşiniz gücünüz eleştirmek.”, “Sözümü kesme!”, “Benden daha mı iyi mi bileceksin?”, “Anlat anlat heyecanlı oluyor.” sözleri size tanıdık geliyor mu? Bu ve bunun gibi daha çokça tümcenin duyulabileceği sınıflarımızda eleştiri kültürü ile donanmış bireyler yetişeceğine inanmak sanırım kendimizi kandırmaktır. Öğrencilerde, öğrenmeyi sağlayanın merak, girişim ya da heyecan olması gerekirken, öğrenme; disiplinle ve otorite sağlayan öğretmenle kuruluyor. Bu okul sistemi içinde de öğrencinin öğretmeni eleştirmesi düşünülemez. Aynı biçimde sınıftaki öğretmen de okul yönetimini eleştiremez. Bu döngü içinde, eleştirel düşünme becerisini geliştirmeyi nasıl hayal edebiliriz ki?
Biat kültürü eteklerimizden damlıyorken ve ezenin ezilenle kurduğu vahşi ilişki toplumun tüm yapısı içinde kanıksanmışken, eleştirenlerin, sorgulayanların, karşı çıkanların farklı bakış açısı sunanların kısacası biat etmeyenlerin aforoz edildiği, suçlandığı, kötü olarak sunulduğu toplumumuzda, okulda eleştiren çocuk yetiştirmek kocaman bir soru işareti olarak karşımızda. Bu eğitim masmasalı içinde bile bir yerden başlamalı. Nasıl mı? Hangi okul mu? Hangi öğretmen mi? Yanıtı çok basit: Gidin ve yargılamadan gördüklerinizi eleştirin, göreceğiniz sonuçlar aslında sizin başlangıcınızdır.
Derin bir soluk alıp, “Ama bizim çocuk özel okulda.” diyerek bu soruna uzaktan bakmayı deneyebilirsiniz. Özel okulda çalışan öğretmenleri ve sistemi farklı bir sınıflandırma içine almayı da deneyebilirsiniz. İşte o zaman da yüksek liseden bir adım ileri gidemeyen, farklı bir yazı da tartışılması gereken diğer sorun alanımız olan eğitim fakültelerinin kapılarını aralayabilirsiniz. Okullarımızdaki tüm öğretmenler, köy enstitüsü ya da yüksek öğretmen okulu kalmadığına göre, birbirinin aynısı olan üniversite görünümlü lise tedrisatından geçti. Tek bir hikaye ya da roman okumadan, tek bir süreli yayın takip etmeden mezun olan öğretmenlerimiz bile var dersem abartmış mı olurum? Çocuklarımızın hangi okulda olduklarının da önemi kalmıyor bu durumda.
Çizdiğimiz bu karanlık tablo içinde bir yerlerde öğrencilerinin sorgulamaları için, yaratıcı olmaları için, üst düzey düşünce becerilerini geliştirmeleri için çırpınan öğretmenler olduğunu biliyoruz ama onların da bu tabloyu değiştirmeleri çok zor. Birşey yapmalı, bir yerden başlamalı. Tüm sorunların farkındayken, “Böyle gelmiş böyle gider.” demeden, bu anlamsız sisteme karşı çıkmalı. Eleştiri kültürünün ilk adımı dinlemekten geçiyor belki de. Ön yargılardan uzak, daha çok dinlemeye daha çok anlamaya ihtiyacımız var. Şimdi biraz düşünme zamanı, en son ne zaman kendimizle ilgili bir eleştiriyi sabırla dinledik, yorum yapmadan ve konuşmayı kesmeden. Bu noktada bizden başlamalıyız dönüşümü ve çevremizde yeşeren eleştiri kültürünü olumlayarak beslemeliyiz. Okullarda eleştiri becerisi gelişmiş bireyler yetiştirmek bir ütopya olarak görünüyor olabilir ama hepimiz biliyoruz ki ütopyalar güzeldir.
Yazı: Müjdat Ataman