Finlandiya eğitim sisteminin eski direktörü ve tüm dünyada büyük yankı uyandıran Finlandiya Dersleri 2.0: Finlandiya’daki Değişen Eğitimden Dünya Neler Öğrenebilir? kitabının yazarı Pasi Sahlberg, kusursuz bir eğitim sistemi deyince ilk akla gelen uzmanlardan biri olarak görülüyor.
Finlandiyalı ünlü eğitim uzmanı Sahlberg, Avustralya New South Wales Üniversitesi’ndeki (NSW, Avustralya’da bir eyalet) yeni Gonski Eğitim Enstitüsüne katılmak üzere ailesiyle birlikte kısa bir süre önce Avustralya’ya yerleştikten sonra eski NSW eğitim bakanı Adrian Piccoli ile birlikte çalışmaya başladı.
Piccoli başkanlığında kurulan yeni enstitünün temel amacı, özellikle en dezavantajlı bölgelerde ve ülkenin ücra bölgelerinde giderek yaygınlaşan ve büyüyen eşitsizliği gözler önüne sermek olarak tanımlanıyor.
Dünyanın önde gelen eğitim “guru”larından bir olarak kabul edilen Sahlberg’in Avustralya eğitim sistemine katkısının neler olacağı büyük merak konusu oldu. Avustralya, Sahlberg’in danışmanlığında başarılı Fin eğitim modelini hayata geçirmeyi mi planlıyordu? Sahlberg ülkeye yerleştikten kısa bir süre sonra kişisel Twitter hesabından şu açıklamayı yaptı:
“Avustralya’da yapmayacağım 3 şey şu: 1. Hükümetteki herhangi bir partinin siyasi danışmanı olarak çalışmayacağım. Toplumda bir fikir insanı ve okul geliştirici bir aktivist olarak var olacağım. 2. Avustralya’ya Fin modelini ya da herhangi başka bir eğitim sistemini aynen almalarını söylemeyeceğim. Avustralya’nın zaten kendine ait bir çözümü var: Gonski’ye (kendi çalıştığı eğitim enstitüsü) tam yatırım! 3. Eğitim sistemini geliştirmek adına Avustralya’nın PISA sonuçlarına daha fazla odaklanması için ısrar etmeyeceğim. Başarılı bir eğitim sistemi test sonuçlarından daha fazlasıdır.”
Avustralya eğitim sistemi hakkında ne düşünüyor?
Eğitimci Sahlberg bu açıklamayı yapmış olsa da Avustralya eğitim sistemiyle ilgili yorumlarını da esirgemiyor. Nitekim Avustralya’da çıktığı seminer turnesinden, küçücük çocukların “katı akademik beklentilerin” altında ezilmelerinin hikayeleri yüzünden “kalbi kırık” olarak döndüğünü açıkladı.
Sahlberg, “Bazı öğretmenlerden sınav stresi yüzünden çocukların ağlamalara, kusmalara ve uykusuzluğa maruz kaldığını dinledim.” diyor. “Politikacıların küçücük çocukları katı akademik beklentiler nedeniyle zorlamaları sonucunda oyun, Avustralya okullarından tamamen çıkarılmış durumda.”
Sahlberg, Avustralyalı politikacıların diledikleri sonuçlara ulaşmak adına, okullar ve öğrenciler arasındaki yarışa çok fazla vurgu yaptığına ve bunun eğitimi aşırı rekabetçi bir hale getirdiğine inanıyor.
“Esas amaç Avustralyalı öğrencilerin PISA ve Naplan testlerindeki notlarını yükseltmek olduğunda, oyun ya da sanat gibi konuların müfredata dahil olmadığı bir ders programı devreye giriyor.” diyor.
Finlandiya’daki erken çocukluk dönemi eğitiminin ana yapısını, ilkokula geç yaşta başlama oluşturuyor. Çocuklar yedi yaşına kadar herhangi bir ders görmüyorlar. Yuvaların ana odağı ise formal eğitim değil, yaratıcı oyun ve öğrencinin sağlığı ve mutluluğu.
Oyun oynamaya gereksiz, sıradan bir şey olarak değil, gelişimsel öğrenmenin bir şekli olarak bakılıyor. Araştırmalar, gelişimin erken dönemlerinde oynanan oyunların, çocukları öğrenme sürecine soktuğunu söylüyor bize. Bu konuda en çığır açan araştırmalardan biri Yeni Zelanda’da yapıldı. Bu araştırmada 11 yaşına geldiklerinde, okuma-yazma eğitimine beş ya da yedi yaşında başlamış çocukların okuma becerileri arasında herhangi bir fark olmadığı bulundu.
Avustralyalı öğrenciler, gelişmiş ülkelerdeki akranlarına nazaran ilkokula daha erken başlıyor ve sınıfta daha uzun zaman geçiriyorlar. Hükümetin, Avustralya’daki birinci sınıf öğrencileri için zorunlu bir “okuma-yazma kontrolü” getirme önerisi, Sahlberg tarafından destek görmedi elbette.
“Bence Avustralya hükümetinin yapması gereken, bu tür şeyler düşünmek yerine çocukların ilkokula başlamadan önce yeteri kadar oyun oynayıp oynamadıklarından emin olmak olmalıdır.” diyor Sahlberg. “Avustralya, dünyadaki tüm ülkeler arasında öğrenciler için zorunlu ders saatlerinin en fazla olduğu yerlerden biri. Avustralya’da çocukların – çok küçük yaştaki çocukların bile -oyun oynamak ya da yapmak istedikleri şeyleri yapmak yerine ders yapmaları bekleniyor.
Naplan ve Testin Rolü
2012’de zamanın başbakanı Julia Gillard, 2025 itibariyle Avustralya’nın okuma, fen bilimleri ve matematikte “dünyadaki ilk beş ülke” arasına girmesini istediğini duyurdu. Onun ölçütü, kimi akademisyenleri hayal kırıklığına uğratan ve kimi politikacıları adeta esiri haline getiren PISA testleriydi.
Ülkenin mevcut eğitim bakanı Simon Birmingham, bu sıralamaya dayalı testler konusunda daha az hırslı olsa da yine de konunun oldukça farkındaydı. En son PISA sonuçları 2016’da açıklandığında eğitim bakanı Birmingham şöyle bir açıklama yaptı: “PISA sonuçları, Avustralya’daki eğitim standartları hakkındaki endişe verici ‘eğilimi’ resmetmektedir.”
Sahlberg’e göre bu açıklama, sonuçlara aşırı odaklanan ve öğretmenleri “aşırı kontrol ve baskı” altında tutan bir eğitim sisteminin kanıtıydı. Sahlberg Avustralya’nın, okulları ve öğrencileri kıyaslamayı bırakarak, testleri azaltarak ve öğretmenlere daha fazla özerklik tanıyarak eğitim standartlarını geliştirmenin yollarını arayan Yeni Zelanda’yı örnek alması gerektiğini ileri sürdü.
Sahlberg şöyle diyor: “Belki de Avustralya için kilit nokta ipleri biraz gevşetmek, tepeden gelen kontrolü azaltmak ve öğretmenlere biraz daha fazla profesyonel özerklik sağlamaktır.”
“Şöyle de düşünebilirsiniz: Aslında tüm iyi şeylere sahipsiniz – maddi kaynak, ekonominiz, iyi öğretmenleriniz – ancak bunları geliştirmiyorsunuz. Belki de problem, bu iyi şeylerin, öğretmenler için yeteri kadar esnek olmayan bir sistemin içinde sıkışıp kalmış olmasıdır. Belki de Avustralya’da iyi öğretmenlere yeteri kadar güvenilmiyordur.”
Sahlberg’e göre problemin diğer bir parçası da ülkedeki öğretmenlerin sık sık eleştirdiği, öğrencileri bir sıralamaya sokan ve çocukların eğitimsel gelişimini yanlış yansıtan ulusal “Naplan” testleri. Bu yılki Naplan sonuçlarına göre, testin yapıldığı on yıldan bu yana, Avustralyalı ilkokul öğrencilerinin okuma ve matematik becerileri çok az gelişirken, yazma becerileri geriledi.
Sahlberg standart testlerle bir derdi olmadığını ve her ülkenin çocukların gelişimlerini ölçmek için bir yönteme ihtiyacı olduğuna inandığını söylüyor. Ancak sorun, bu testlerin yapılma şekli ve test verilerinin veliler için bir çeşit okul alışverişi rehberi olarak kullanılması. (Avustralya’da My School isimli internet sitesi üzerinden okulların testlerde elde ettikleri puanlara ulaşılabiliyor.)
“Naplan gibi ulusal bir standart test, insanların hayatını etkileyen bir öneme sahip olunca, okulların ve öğretmenlerin okulda yaptıkları işin esas amacının değişmeye başladığını görüyorum.”
“Avustralya’da binlerce öğretmenle tanıştım, ne zaman Naplan konusunu açsam, insanlar sinirden deliriyor. Öğretmenlerin bütün amacının herkesin Naplan’da iyi puanlar almasını sağlamak olduğunu söylüyorlar.”
“Standart testlerin ‘ipleri ele geçirdiği’ her yerde problem, müfredatın daralması ve okula gitme amacının genel yararlı bilgiler edinmek yerine sadece üç-beş konuda iyi olmak haline dönüşmesi oluyor. Ayrıca amaç sadece bir testteki doğru şıkkı işaretlemeye indirgenince öğretme ve öğrenme çok sıkıcı bir hal alıyor.” Sahlberg, testin kendisinde bir sorun olmadığını ancak Avustralya’nın daha az standart testle de yapabileceğini ve Naplan’ın bir sıralama testi yerine örneklem bazlı bir teste dönüşebileceğini ekliyor.
Çeviri: Ayşegül Sarıoğlu
(Yazıdan kısaltılarak derlenmiştir.)