Yetişkinler olarak bunu her zaman fark etmeyebiliriz ama aslında çocuklar da tıpkı bizler gibi sürekli düşünüyor. Belirli alanlar ve durumlar için refakatçilere elbette ihtiyaç duyuyorlar fakat attıkları her adımda, aldıkları her mesafede, merakları ve ilgileri doğrultusunda düşünerek hareket ettiklerini söyleyebiliriz. Maruz kaldıkları yaşam deneyimleri (Tecrübe etme şansı/ fırsatı) sayesinde de bu düşünceleri ayakta kalma becerileri ile bütünleştirebiliyorlar. Gittikleri yön ve nihai amaçları bizim düşündüklerimizle, hayal ettiklerimizle paralel olmayabilir ancak bu gerçeği göz ardı ederek, onların “rezilyans” sahibi bireyler olmalarını beklemenin pek de gerçekçi olduğunu söyleyemeyiz. Rezilyans sözcüğünün anlamındaki zenginliği Türkçe’de tek bir kavramla açıklamak oldukça zor olsa da ona karşılık gelen anlamlarını; dayanıklılık, hayatta kalabilme ve devam edebilme potansiyeli, yeniliklere adapte olabilme ve esneklik gösterebilme ve toparlanabilme gücü gibi düşünebiliriz.
Amerikan Psikoloji Derneği‘ne (APA) göre bir tanım yaparsak, rezilyans; zorluklar, travma, trajedi, tehdit ya da ağır stres koşullarına iyi uyum sağlayabilmektir. Zorluklar karşısında yıkılmama ve olumsuzluklar geçince eski haline dönebilme becerisidir. Kırılmadan bükülebilme, eğilme, olay geçtikten sonra da eski şekline dönebilme kapasitesidir.
Ebeveynlere ve eğitimcilere çocukları/öğrencileri hakkında hayalleri sorulduğunda genellikle, “Kökleri sağlam bir ağaç gibi ayakları yere bassın ama aynı zamanda bağımsızlaşıp kendilerini gerçekleştirme yolunda ilerlerken, onları uçuran kanatları olsun gibi.” kulağa tınısı harika gelen cümleleri hemen hemen her söyleşide/seminerde duyabiliriz. Ailelerin çocuklarını mümkün mertebe en iyi okullara (Sosyo-ekonomik durumlarına ve ülkenin koşullarına göre) göndererek gelecekte sağlam kişilikleri olan, statü sahibi, erdemli, güçlü ve kendinden emin bireyler yapma çabalarının yolu için yüksek bedeller ödense de bu bakış açısıyla baktığımızda maalesef bu yol buradan geçmiyor.
Son yıllarda özellikle büyük kentlerde çocuklara kendi problemlerini kendi başlarına çözebilmek için yeteri kadar fırsat ve zaman tanın(a)madığı konusunda aileler ve eğitimciler olarak artık hemfikiriz diye düşünüyorum ya da artık böyle olmasını umuyorum. Çocukların problem çözme becerilerinin gelişmemesi, kendilerine güven duygularının ve olumlu benlik algılarının, planlama ve organizasyon becerilerinin, zaman yönetimi, odaklanma ve psikomotor becerilerinin de yeterli düzeyde gelişme olanağı bulamamasına yol açmaktadır. Bu durum da doğal olarak sosyal-duygusal alanda zorluk yaşamalarına, ayrıca akademik çalışmalarda da potansiyellerini performansa dönüştürürken, beklenilen başarı oranlarını gösterememelerine sebep olmaktadır.
Yakın zamanda yaptığım gözlemlere göre; anasınıfı hazırlık seviyesine başlayan beş yaş grubu öğrencilerde, herhangi bir gelişimsel ölçme aracına dahi gerek duymadan söylenebilecek en önemli özelliğin; becerilerinin kuşaklarına özgü bir biçimde gerilediği olabilir. (En az 300 çocuk ile yapılan çalışmada temel beceriler karşılaştırıldığında, standart ölçme araçları kullanılarak elde edilen sonuçların da bu durumu desteklediğini düşünebiliriz.) Muzu eline aldığında etrafındaki çocukların ne yaptığını gözlemlemeden kabuğuyla yemeye çalışan bir çocuk kadar, öz bakım becerilerini yerine getirmekte zorlanan, esnek zihin yapısına sahip olamayan ve duygusal alanda yaşadığı hayal kırıklıkları ile baş etmekte güçlük çeken çocukların sayısı gün geçtikçe artıyor. Her ne kadar durmaksızın teknolojinin eğitimdeki öneminden, farklılaşması son derece olağan olan geleceğin mesleklerinden ve yirmi birinci yüzyıl becerilerinden söz edilse de zihinsel potansiyellerinin artık geçmişe göre bambaşka bir noktada olduğunu kabul ettiğimiz çocukların, temel beceri alanlarında yaşadıkları eksiklikler tamamlanmadığı sürece, bütünsel bir gelişimden söz edemeyiz.
Aslında gerek toplumsal tarihe gerekse kişisel tarihimize geri dönüp baktığımızda, her iki bölümde de rezilyansın olumlu veya olumsuz yanlarını irdelemek ve anlamlandırmak düşünüldüğü kadar zor olmasa gerek. Bir kuşağın toplumsal travmalardan (Savaş, tsunami, deprem, siyasi değişimler vb.) etkilenme şekillerini mercek altına aldığımızda, bazı insanları daha güçlü kılıp devam etmelerine olanak sağlayan şeyle, bazılarını hayata küstüren ve diğerlerine karşı ilişkilerinde yıkan durumun yine aynı kavramla yani rezilyans seviyeleriyle ilgili olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.
Uzak doğu ülkelerinin deneyimledikleri deprem veya daha büyük bir doğa olayı karşısında; yaşanılan acılara, zor koşullara rağmen toparlanabilme güçleri, bir bireyin kişisel travmalarının ardından yeni durumlara uyum sağlayabilme ve yaşamına devam edebilme gücü ile benzerlikler taşır. Aslında bunu sağlayan gücü, yaşamın ilk yıllarında, yani ilk bebeklik dönemlerinde ve sonrasında, tıpkı yürümeyi öğrenirken defalarca düşüp kalkarak yeniden edindiğimiz ve her seferinde bir tık daha iyi olan beceri gibi düşünebiliriz. İşin püf noktası bir bebek yürümeye başlama sürecini deneyimlerken anne-baba ve yetişkinler olarak nasıl tutum sergiliyoruz ya da duygusal bir beceri kazanırken nasıl tutum sergiliyoruz diye bakmak sanırım. Baş etmesi güç olan zor duygusal durumları deneyimleme ve emekleme evresinden yürümeye geçerken geçirdiğimiz aşamaları duygusal dünyamızda tecrübe etme fırsatı bizi ancak rezilyans sahibi yapar. Bu durumun da anne-babalarımız tarafından nasıl sevildiğimiz ve kabul gördüğümüz ile ilgili dönem olan bebeklik ve ilk çocukluk yılları deneyimlerine dayandığını söyleyebiliriz. Koşulsuz sevgi, çok büyük hasara yol açmadığı sürece hata yapmaya fırsat tanınması, cesaretlendirme, olumlu iletişim kurma, mükemmeliyetçiliğin getirdiği kaygılı tutumlardan uzak tavırlar sergilenmesi hassas noktalar olarak sıralanabilir. Burada “Freud’a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu?” kitabına bir göz kırparak kendisini anmamak elde değil.
Not: Rezilyans konusunda daha fazla bilgi edinmek için; “Çocukta Rezilyans (Esneklik ve Toparlanabilme Becerisi)” isimli kitaptan da faydalanılabilir.
Fethiye Şenel
Uzman Psikolojik Danışman
Kaynak: https://www.gse.harvard.edu/ideas/usable-knowledge/15/03/science-resilience