Kızım bir gün okuldan geldi ve arkadaşının anne ve babasının boşanacağını söyledi. Sonra bana, “Anne, bu hiç bizim de başımıza gelecek mi?” diye sordu. Ona doğru baktım ve “Hayır bebeğim, gelmeyecek. Güvendesin merak etme” dedim. Bir yıl sonra babası ve ben ayrıldık. Bu haberi çocuklarımıza verdiğimizde küçük kızımın yüzünün nasıl düştüğüne şahit oldum, çünkü ona verdiğim güvenceye rağmen korktuğu şeyin başına geldiğini anlamıştı o an. Dağılmış ailemizin ve benim tutulmamış sözümün gerçeliğini kavradığında, kendimi onun çocukluğunun sonuna şahit olan biri gibi hissettim. Hayatımın en zor anıydı, çünkü onunkinin kesinlikle en zorlu olanıydı.
Hayattaki en büyük korkum çocuklarım konusunda başarısız olmak. “Eğer çocuklarınızı yetiştirmeyi beceremezseniz, bunun dışında iyi yapacağınız herhangi bir şeyin çok da önemli olacağını sanmıyorum” diyen Jacqueline Kennedy ile aynı fikirdeyim. İşte bu yüzden, kendimi koca bir fiyasko gibi hissettim.
Dağılmamış, bütün bir aile olmaktan çıkışımızı nazik ve saygılı bir şekilde yaşamak için elimizden gelenin en iyisini yaptık. Pazar akşam yemeklerimizi birlikte yedik, eski eşim yedi bina ileriye taşındı ve birbirimizden bahsederken sadece iyi şeyler söyledik. Ancak bunların hiçbiri çocuklarımın yaşadıklarını hafifletmedi. Her ikisi de kendine özgü yollarla acı çekiyordu. Artık yeni tür bir ebeveyne dönüştüğüm için elimden gelenin en iyisini yapmayı da bıraktım.Başarısız türde bir ebeveyndim artık.
O sıralarda bir konferansa konuşmacı olarak katılmıştım ve seyircilerin arasından bir kadın ayağa kalkıp, “Ailem yıkıldı. Onu kurtarmamın hiçbir yolu yok. Küçük oğlum çok üzülüyor. Her gün onun yüzüne bakıyorum ve aslında tek bir görevim olduğunu düşünüyorum. Onu acıdan korumam gerekiyordu ve yapamadım. Kendimi o kadar aciz hissediyorum ki!”
Ona baktım ve güçlükle yutkundum. Gözlerim kalabalığı taradı ve pek çok başka kadının da onaylayarak başını salladığını fark ettim. Hiçbirimiz çocuklarımızı zarar görmekten koruyamamıştık. Sonra birden aklımda şu düşünce belirdi: Bekleyin. Ya hepimiz ebeveynlik görevimizi yüzümüze gözümüze bulaştırmadıysak? Ya kendimize yanlış görev tanımı verdiysek?
Konuşan kadına döndüm ve ona, “Ne tür insanlar yetiştirmek istediğinizi üç kelimeyle tarif edebilir misiniz bana?”
“Tamam. İyi bir insan olmasını istiyorum. Akıllı olmasını istiyorum. Hayat karşısında esnek ve dayanıklı olmasını istiyorum” dedi kadın.
“Evet,” dedim, “O zaman lütfen bana söyleyin. Bir insan bu özellikleri kazanmak için hayatta neyle karşılaşmalı?”
İzleyiciler birden sessizleşti. Kadın bana baktı.
“Acı!” dedim. “Zorluk. Üstesinden gelecek hiçbir şeyin olmaması değildir bu. Üstesinden gelmek, üstesinden gelmek ve yine üstesinden gelmektir. Peki acaba çocuklarımızı, hayal ettiğimiz insanlar olmalarını sağlayacak tek bir şeyden korumaya çalışıyor olabilir miyiz? Ve acaba yanlış rolleri üstlendiğimiz için kendimizi birer fiyasko gibi hissediyor olabilir miyiz? Ya çocuklarımızı gelen her darbe ve yaradan korumak aslında bizim işimiz – ya da hakkımız – değilse? Ya bunun yerine gerçek sorumluluğumuz onları doğrudan yaşamın kaçınılmaz sınavlarına ve kederlerine doğru yöneltmek ve “Tatlım, bu senin yaşaman gereken bir zorluk. Canın yanabilir, ama aynı zamanda bilgeliğini, cesaretini ve karakterini geliştirecek. Neler yaşadığını görebiliyorum ve çok büyük şeyler yaşıyorsun biliyorum. Ama aynı zamanda gücünü de görebiliyorum ve o çok daha büyük. Bu hiç kolay olmayacak, ama zor şeylerin üstesinden gelebiliriz.”
Boşanmam sonlandıktan hemen sonra bu kriz döneminde çocuklarıma nasıl yardım etmem konusunda tavsiye istemek için bir arkadaşımı aradım. Bu arkadaşımın çocuğu yok, bu yüzden bana rehberlik etmesi konusunda ona güveniyorum. Sadece çocuksuz arkadaşlarımdan ebeveynlik konusunda tavsiye isterim, çünkü onlar gerçek içgörü sahibi olacak kadar aklı başında ve sakin kişiledir. İşte bana söyledikleri: “Şu an ailenle birlikte bir uçaktasınız ve ciddi bir türbülans yaşanıyor. Çocuklar korkuyor. Uçakta korktuğumuzda ne yaparız? Uçuş görevlilerine bakarız. Eğer onlar korkmuş görünüyorlarsa, biz de panikleriz. Eğer sakin kalırlarsa, biz de sakin kalırız. Sana söylemek istediğim şey, bu senaryodaki uçuş görevlisinin sen olduğu ve hep birlikte bunu atlatabilmek için şimdiye dek yeterince kadar fazla türbülanstan geçmiş olduğun. Çocuklarınsa uçma konusunda çok yeni, bu yüzden kendilerinin de iyi olduklarını görmek için sana bakacaklardır. Şu anki görevin sakin kalmak, gülümsemek ve o fıstık ezmeli saçma ekmekleri sunmaya devam etmek.”
Hayat güvenli değil ve bu yüzden bizim görevimiz de çocuklarımıza hiçbir türbülans yaşanmayacağının sözünü vermek olmamalı. Görevimiz, türbülans geldiğinde hepimizin el ele tutuşacağından ve birlikte üstesinden geleceğimizden emin olmalarını sağlamak. Onlara kalp ağrısı olmayan bir hayat vadedemeyiz, ama kaderin cilvelerinin onları öldürmeyeceğinin, hatta onları daha iyi, daha bilge ve daha dayanıklı insanlar yapacağının garantisini verebiliriz. Onların gözlerinin içine bakıp, yaşadıkları acıyı gösterip “Korkma bebeğim. Bunu yapmak için doğdun” diyebiliriz.
Sonra da gülümseyebiliriz. Ve o fıstık ezmeli saçma ekmekleri sunmaya devam edebiliriz.