Bazı insanlar, çocukları yaşamlarını en başından itibaren komşulara nazik, özel mülke saygılı ve otoriteye karşı itaatkâr olmak için eğitmenin barış için en iyi eğitim olduğunu düşünebilir. Yüzyıllardır bu anlayışla yetiştirilen bireylerin olduğu ülkelere bakıldığında sonuçların hiç de öyle olmadığı, hatta tam tersi üzücü olduğu görülebilir.
Barışçıl bir dünya için çocuk eğitimiyle ilgili herhangi bir öneride bulunmadan önce, söz konusu şartlar ve olasılıklar belirtilmelidir. Ayrıca, insanların kendi isteklerini, gerçeklerin önüne koymasına neden olan yanılgıların düzeltilmesi gerekmektedir. Yaşayan her canlının sahip olduğu ve hayati önem taşıyan içgüdülerden biri olan saldırganlık içgüdüsüne dikkatinizi çekmek istiyorum. Saldırganlık kelimesi pek çok insan için fiili saldırma, yok etme ve öldürme isteği anlamına gelmektedir. İçinde yaşadığımız uygarlık, bu en tehlikeli içgüdüyü yüzyıllardır bütün olarak bastırmaya yönelmektedir. Bilmeliyiz ki küçük çocuk henüz evcilleşmemiştir. Davranışları öncelikle haz odaklı ilkelerle yönlendirilen, evcilleşmemiş bir “hayvan”dır. Çevrenin talepleri çocuklara öğretilir ve bu öğrenmenin biçimi aileden aileye değişir. Yaygın olarak aileler aşağıda anlatıldığı gibi tepki verirler. Çocuğun belirgin bütün saldırgan tavırları (Ağlama, vurma, ısırma, kırma…) karşısında yetişkinler onaylamayan tutumlar sergiler. Çocuğun sabırsız hali ve olumsuz duyguları da benzer tutumlarla karşılanır. Çocuğun gerginlik sonucunda yaşadığı patlamalar şiddetli cezalandırmalara yol açar. İşine bağlı olan ebeveyn, kendisinin ideal vatandaş tanımını (Ki genellikle bu ideali kendi üzerinde hiçbir zaman gerçekleştiremez!) çocuğu üzerinde hayata geçirmek için uğraşır. Çocuğa iyi huylu, itaatkâr ve saygılı olması öğütlenir. Çocuğun cezalandırılma ve sorun karşısındaki korkusu veya sevilme arzusu çekici hale getirilerek bu amaçlara ulaşılır. Bazı insanlar, yaşamın en başından beri komşulara nazik, özel mülke saygılı ve otoriteye karşı itaatkâr olmak için eğitilmenin barış için en iyi eğitim olduğunu düşünebilir. Yüzyıllardır bu anlayışla yetiştirilen bireylerin olduğu ülkelere bakıldığında sonuçların hiç de öyle olmadığı, hatta tam tersi üzücü olduğu görülebilir. Nereye bakarsak bakalım savaşa hazırlanan veya savaşan insanlar, savaşa gitme konusunda hevesli gençler görebiliriz. Düşünürlerin, bütün dini ve insancıl ideallere karşın savaşı savunacak argüman arayışında olduklarını ve savaşın gerekliliğini ispatlamaya çalıştıklarını fark edebilirsiniz. Bunu nasıl anlamlandırabiliriz? Bu süreci anlamlandırabilmek için öncelikle yaygın olarak kabul gören “saldırganlık” tanımını incelemek gerekir. Bu tanım insanların maruz kaldıkları saldırganlık sonucunda türetilmiştir. Küçük çocuğun saldırganlığı yetişkinin kendisini kızgın ve rahatsız hissetmesine neden olur. Bu yüzden saldırganlık istenmeyen bir durum olarak algılanır ve yetişkin, çocuğun iradesini kırmaya çalışır. Bu durumda çocuğa ait olan, sözde yaramazlığını temsil eden ağlama, bağırma, ısırma, vurma, tırnaklama, kırma gibi davranışlarla birlikte çocuğun merak eden ve soru soran yanı da bastırılmış olur. Tabi ki çocuğun soru soran yanı ve fiziksel saldırganlığı yetişkin için çok yorucudur. Çocuğun soru soran ve merak eden yanının tatmin edilmesi uzun bir zaman dilimi ve sabır ister. Bu süreç yetişkin için çok can sıkıcı olabilir. Hatta pek çok ebeveyn bu durum karşısında otoritesinin zarar gördüğünü düşünür.
Öte yandan merak etme ve soru sorma, çocuğun entelektüel gelişiminin, öğrenme ve inceleme kapasitesinin, insanları ve durumları anlamlandırma becerisinin olmazsa olmaz parçalarıdır. Saldırganlığın bastırılması, zekâ geriliği düzeyinde olmasa bile, entelektüel ketlenmeye neden olur ve eleştirel düşünme becerisini imkânsız hale getirir. Aile açısından saldırganlığı bastırmak yararlı olarak algılanabilir. Aile, çocuğun yetişkinleri sorgulamadan onlara saygı göstermesini beklemektedir. Kendine söyleneni yapan, kendisine öğretilene inanan, özetle eleştirel olmak yerine kabul eden çocuk saygılıdır.
Metaforik olarak şöyle tanımlanabilir; ısırma, çiğneme ve hazmetme izni verilmeden çocuğun boğazından aşağı bir sürü şey tıkmak… Aslında bu sadece bir metafor değildir. Besini ısırma, çiğneme, sindirme, özümseme (Diğer yandan, düşünebilme, eleştirebilme ve anlamanın gücü entelektüel besini sindirmeyi sağlar.) saldırgan içgüdünün farklı görünümleridir. Psikoterapik deneyimler, saldırganlığın görünümlerinden birinin bastırılmasının diğer tarafların bastırılmasını ciddi bir biçimde etkilediğini ve bu sürecin sarmal bir biçimde devam ettiğini göstermektedir.
Problemi daha ayrıntılı tartışmayı tercih etmiyorum. Saldırgan içgüdünün çocuğun gelişimindeki önemini fark etmek, geleneksel çocuk yetiştirme biçiminin genellikle felaketle sonuçlandığını görmeyi kolaylaştıracaktır. Körü körüne itaat duygusuyla yetiştirilen insanlar düşünemezler, bağımsız hareket edemezler, iradelerini ve iç görülerini kullanamazlar. Böyle insanlar, sadece kendilerine söyleneni yaparlar ve liderliği üstlenen herhangi bir kişiye kolayca yem olurlar. Bu insanlara yeterli miktarda vaat verildiğinde veya zorbalık yoluyla oluşturulan baskı sonucunda kendilerine dayatılan herhangi bir şeyi kabul ederler ve ona inanırlar. Eleştirel düşünme becerilerini kullanma konusunda deneyimli olmadıkları için sosyal ve politik durumları anlama, kendi sezgilerine ve yargılarına göre davranma olasılıkları düşüktür. Belirgin bir güç gösterisi karşısında hızlıca bozguna uğrarlar ve propagandaya boyun eğerler. Faşizmin yalnızca filizlendiği ülkelerde değil; tarihsel gelişimlerinde, siyasi sistemlerinde, ulusal karakterlerinde, sosyal ve kültürel geçmişlerinde büyük farklılıklar gösteren ülkeler de dahil olmak üzere bütün dünyada bu kadar kısa sürede, bu kadar çok sayıda taraftar toplaması gerçeğini bu şekilde açıklayabiliriz.
Entelektüel olarak olgun olmama halini sadece erken bebeklik dönemindeki saldırganlığın bastırılmasıyla açıklayamayız. Bireysel saldırganlığı bastırmak evrensel saldırganlıktaki artışı beraberinde getirmektedir. İleri derecede uygarlaşmış bütün toplumlarda sıradan insanların, herhangi önemli bir konuyla ilgili saldırganlık kapasiteleri gelişmemiştir. Öte yandan ılımlı, uslu, hatta çatışmadan bile korkan insanları yetiştiren toplumda saldırganlık kesinlikle korkunç uçlara kaymış demektir. Savaş sanayindeki gelişmeler (Silahlar, tanklar, bombalar, gazlar, askeri eğitimler, stratejik verimlilik…) bireysel saldırganlığın bastırılmasıyla doğru orantılı gibi görünmektedir. Bireyin saldırganlığının bastırılması, birikerek, bireyi aşacak şekilde dönüşüm geçirir ve basitçe kendine çıkış bulmak için baskı yapar. İçgüdü bastırılamaz. Sadece içgüdünün ifadesi bastırılabilir. Saldırgan enerji sabit kalır ve kendine bir çıkış noktası bulur. Bazı durumlarda bu enerjinin (Başka bir kaynağa yönlendirilmesinin sonucu olarak) saldırganlığa karşı direnişe yatırıldığını görebilirsiniz.
Bastırılan enerji, sıklıkla, en uzak durmak istediğimiz iki fenomenden biri olarak ortaya çıkar; nevroz ve suç işleme. Bu iki fenomen, kesin olarak, militarizm ve faşizmin temel direkleridir. Devlet veya Führer, sorumluluğu bireyin omuzlarından alır. Bu durum çaydanlıkta kaynayan suyun kapağını kaldırmak gibidir. Uzun süredir bastırılan ve biriken saldırganlık, basınçlı buhar gibi dışarı fırlar. Uzun süredir ve bütün olarak bastırıldığı için başka bir biçime dönüştürülemez. Hala küçük çocuğun saldırganlığı gibi akılsız, zalim ve vahşidir. Buna karşın yetişkinlerin fiziksel ve teknik güç anlayışıyla sergilenir. Normal şartlar altında bireyin sosyal ve yasal olarak suçlanmasına, ayıplanmasına neden olacak davranışlara savaş veya benzeri durumlarda izin verilir. Bu durumlar aslında, erken çocukluk döneminde engellenen saldırganlığın telafi ve yok etme sürecidir. Bu izni veren kişi veya kurum, erken çocukluk dönemindeki otorite figürünün (Anne, baba, öğretmen…) yerini alır. Eğer bu otorite kısıtlamalara maruz kaldıysa büyük bir ihtimalle bu kısıtlamalardan dolayı kızgınlık ve korku yaşayacaktır. Bu kısıtlamaları telafi etmeye uğraşan otorite, alternatifi yokmuşçasına kabul görür. Otorite özgürleştirici, kurtarıcı gibi karşılanır. İyi bir “baba”dır. Bu durumda otorite, bir bebeğin babasına bağımlılığı kadar güçlü, belki ondan bile daha güçlü bir bağımlılık yaratır.
Oldukça kasvetli bir tablo! Bu tabloya rağmen veya bu tablonun içinde barışçıl bir dünya için çocuklarımızı nasıl eğitebiliriz?
İlk adım “saldırganlık” kavramını gözden geçirmek olmalıdır. Saldırganlık sadece yıkıcı enerji değildir, bütün eylemlerimizin arkasındaki güçtür. O olmadan hiçbir şey yapamayız. Saldırmamıza neden olan bu içgüdü aynı zamanda sorun çözmemizi sağlar. Sadece yıkmaz aynı zamanda inşa eder. Saldırganlığı bastırmak veya bastırmamakla ilgili sorular hatalı sorulardır. Saldırganlık insanın varoluşunun olmazsa olmaz bir parçası olduğuna göre birey bu parçayı kendi yaşamını yönetebilmek için değerli bir enstrüman olarak kullanmalıdır. Buna göre çocukların saldırganlıklarının ilk belirtileri yetişkin tarafından engellenmemelidir. Buna karşılık, çocuğun saldırganlık belirtileri fazlaca yüreklendirmemeli, sadece “yeteri düzeyde” desteklenmelidir.
Besin yokluğu genellikle açgözlülüğe yol açar. Çocuk, dişleri çıkmaya başladığı andan itibaren ısırmak ister. Bu dönemde çocuğun katı yiyeceklere ve oyuncaklara ihtiyacı vardır. Aksi durumda çocuk annesinin parmağı, memesi gibi eline geçirdiği herhangi bir şeyi ısıracaktır. Bu durumda çocuğun ısırması bir suç olarak ele alınmamalıdır. Daha sonra çocuğun, bloklar, kum, kil, kağıt gibi üzerinde çalışabileceği oyuncakları olmalıdır. Bu oyuncaklar, çocuğun yaratıcı ve yapıcı yanını teşvik etmelidir. Bozulabilen veya yok edilebilen, bir sonraki etkinlik için kullanılamayan, materyal sağlamayan oyuncakların kullanımı sınırlı olmalıdır. Barışçıl tutumları olan ebeveynler çocuklarına silah, asker benzeri oyuncakları vermeyeceklerdir. Çocuk, genel olarak bağımsız düşünmeyi ve davranmayı öğrenmesi durumunda, anne babalar bu oyuncakları çocuklarına verseler bile bunların yüzeysel etkisinden dolayı hayatı boyunca zarar görmeyecektir.
En güçlü vurguyu yapmak istediğim noktaya geldik. Anne ve babalar, çok erken dönemden itibaren mental etkinlikler için çocuğu teşvik etmelidir. Çocuklara nesneleri araştırmak konusunda – zaman zaman bunun anlamı oyuncak bir bebeği kırmak ve içindekine bakmak olsa bile – izin verilmelidir. Çocukların soruları mümkün olduğunca dürüst bir biçimde cevaplandırılmalıdır. Çocuğun bilgisi az olsa bile merak eden ve araştıran yanı bilgi ve deneyim kazanmasını sağlayan temel araçlarıdır. Eğer çocuğa, “Şımarık olma!” denildiyse bir şeyleri anlamak için çok küçük ya da genç olduğunu hissetmesi öğretildiyse, bunun sonucunda kendini yetişkinler çalışırken veya eğlenirken onların yollarında duruyormuş gibi hissediyorsa, büyüdüğünde aşağılık duygusundan kurtulamayacaktır.
Çocuklar şimdiki zamanla ilgilidirler. Erken dönemde çevrelerine gösterdikleri tepkilerini, gelecek yaşamları için bir örüntüye dönüştürürler. Dolayısıyla, gelecekte kendi düşüncelerini, başarılarını, diğer insanlarınkilere göre daha küçük ve başarısız göreceklerdir. Büyük ihtimalle, kendi bakış açısına göre davranmayı denemeyecek, hatta kendi fikirleri üstüne düşünmeyecektir. Sadece kendine söyleneni yapacak ve ona inanacaktır. Bu da sosyal ve politik bir varlık olarak kişinin niteliğinin şüpheli, akılsız ve güvenilmez olduğu anlamına gelir. Saldırgan yanını bastırmayan, bu yanını kullanması, yönetmesi öğretilen çocuk, sosyal ve politik yaşamda “zeki” olan yanına sahip çıkabilecektir.
Laura Pels
How To Educate Children For Peace
Bu makale ilk olarak 1939 yılında Almanca olarak, Güney Afrika – Johannesburg’da yayınlanmıştır.