1. Çocukların henüz hazır olmadıkları şeyleri yapmalarını bekliyoruz.
Bir bebekten sessiz olmasını istiyoruz. İki yaşında küçük bir çocuktan hareket etmeden oturmasını bekliyoruz. 3 yaşındaki bir çocuktan odasını temizlemesini istiyoruz. Tüm bunları isterken tamamen gerçek dışı bir beklentiye giriyoruz. Kendimizi göz göre göre hayal kırıklığına uğratırken, çocuğu da sadece kendimizi memnun etmek için tekrar tekrar başarısız olmaya mahkum ediyoruz. Oysa ebeveynler çocuklarından, daha büyük bir çocuğun bile zor bulacağı şeyler yapmalarını istiyor. Kısacası çocuklardan kendi yaşlarına uygun davranmalarını bırakmalarını istiyoruz.
2. Bir çocuk bizim ihtiyaçlarımızı karşılamada başarısız olursa öfkeleniyoruz.
Bir çocuk sadece yapabileceklerini yapar. Eğer bir çocuk bizim istediğimiz şeyi yapamazsa, daha fazlasını beklemek ve talep etmek hem haksızlık hem de hayalciliktir ve öfke, işleri sadece daha da kötüleştirir. 2 yaşındaki bir çocuk sadece 2 yaşındaki bir çocuk gibi davranabilir, 5 yaşındaki bir çocuk 10 yaşında bir çocuk gibi davranamaz ve 10 yaşındaki bir çocuk bir yetişkin gibi davranamaz. Fazlasını beklemek gerçekçi olmadığı gibi kimseye yardımı da olmaz. Bir çocuğun becerebileceklerinin sınırları vardır. Eğer bu sınırları kabullenmezsek, sonuç sadece hayal kırıklığı olacaktır. Hem de her iki taraf için.
3. Çocuğun kendi dürtülerinden şüphe duyuyoruz.
Eğer bir çocuk bizim ihtiyaçlarımızı karşılayamazsa, olaya çocuğun bakış açısından bakmak yerine bize baş kaldırıp karşı geldiğini varsayıyoruz. Böylece olayın gerçeğini anladığımızı zannediyoruz. Oysa gerçekte “karşı gelen” bir çocuk hasta, yorgun, aç, acı içinde, bir duyguya ya da fiziksel yaralanmaya tepki veriyor ya da yemek alerjisi gibi gizli bir sebeple baş etmeye çalışıyor olabilir. Oysa biz tüm bu olasılıkları görmezden gelir, bunun yerine çocuğun “kişiliğinin” en kötü yönlerini görmeyi yeğleriz genelde.
4. Çocukların çocuk olmalarına izin vermiyoruz.
Bir zamanlar nasıl kendimizin de bir çocuk olduğunu bir şekilde unuturuz. Sonra da çocuğun kendi yaşı gibi davranması yerine bir yetişkin gibi davranmasını bekleriz. Sağlıklı bir çocuk aşırı coşkulu, gürültülü, duygusal olarak dışavurumcu olacağı gibi dikkat süresi de kısa olacaktır. Tüm bu “problemler” asla problem değil, normal bir çocuğun normal özellikleridir. Aksine anormal olan toplumumuz ve toplumumuzun mükemmel davranış beklentisidir.
5. Tersinden anlıyoruz.
Çocuğun; sessizlik, deliksiz uyku ve isteklerimize itaat gibi ihtiyaçlarımızı karşılamasını bekler ve talep ederiz. Çocuğun ihtiyaçlarını karşılama konusundaki ebeveyn rolümüzü kabullenmek yerine çocuğun bizimkileri karşılamasını bekleriz. Kendi karşılanmayan ihtiyaçlarımıza ve hayal kırıklıklarımıza o kadar fazla odaklanabiliriz ki, karşımızda kendine ait ihtiyaçları olan bir çocuk olduğunu unuturuz.
6. Bir çocuk bir hata yaptığında onu suçluyor ve eleştiriyoruz.
Çocuklar hayatta çok az deneyime sahiptir ve kaçınılmaz olarak sayısız hata yapacaklardır. Hatalar her yaşta öğrenmenin doğal bir parçasıdır. Çocuğu anlamak ve ona yardım etmek yerine, sanki her şeyi ilk seferde mükemmel öğrenmek zorundaymış gibi onu suçlarız. Hata yapmak gayet insani bir şeydir; çocuklukta hata yapmak ise hem insani hem de kaçınılmazdır. Ancak yine de her hataya, her kurala uymamaya ya da “yaramazlığa” şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde tepki veririz. Bir çocuğun mutlaka hata yapacağını bilmek ve sonra çocuğun her an mükemmel davranmasını bekleyerek tepki vermek çok anlamsızdır.
7. Suçlamanın ve eleştirinin bir çocuğu nasıl derinden yaralayacağını unutuyoruz.
Artık ebeveynlerin çoğu bir çocuğa fiziksel olarak zarar vermenin ne kadar yanlış ve kötü olduğunu anlama noktasına gelmiş durumda. Ancak çoğumuzun hala unuttuğu bir şey var: Öfke dolu sözler, aşağılamalar ve suçlamalar da hatanın sadece kendisinde olduğuna inanan bir çocuk için acı verici olabilir.
8. Sevgi dolu eylemlerin ne kadar iyileştirici olabileceğini unutuyoruz.
Yaramazlık ve suçlama kısır döngüsüne düşüp durarız. Bunun yerine çocuğa sarılarak ve güzel sözlerle sevgi göstermek, onu rahatlatmak, özgüven ve güven hissi vermek için durmayı unuturuz.
9. Davranışlarımızın çocuğa en inandırıcı dersleri verdiğini unutuyoruz.
Gerçekten de “söylediğimiz değil, yaptığımız şey” çocuğumuzun kalbine ulaşır. Çocuğuna vuran ama vurmanın yanlış bir şey olduğunu söyleyen bir ebeveyn, aslında ona vurmanın doğru bir şey olduğunu öğretir. En azından gücü elinde tutanlar için. Bir çocuğa barışçıl bir yetişkin olmayı öğreten kişi, sorunlara barışçıl çözümlerle yaklaşan bir ebeveyn olabilir ancak. Problem dediğimiz şeyler çocuklarımıza değerleri öğretmenin en iyi fırsatını sunar. Çünkü çocuklar en iyi, gerçek hayattaki gerçek şeylerden öğrenirler.
10. Sadece dışarıdaki davranışı görüyoruz, çocuğun içindeki sevgiyi ve iyi niyeti değil.
Bir çocuğun davranışı bizi düş kırıklığına uğratırsa, her şeyden önce “en iyi” ihtimali varsaymalıyız. Her zaman çocuğun iyi niyetli olduğunu ve hem içinde bulunduğu şartlara (görünen ya da bilinmeyen) hem de hayattaki deneyim düzeyine göre davrandığını varsaymalıyız. Eğer çocuğumuz hakkında her zaman en iyisini varsayarsak, çocuk elinden gelenin en iyisini yapma özgürlüğüne kavuşur. Eğer sadece sevgi gösterirsek, alacağımız tek şey sevgi olacaktır.
Kaynak: http://www.filmsforaction.org/articles/ten-ways-we-misunderstand-children/