Seminerlerde ailelere soruyorum: Çocuğunuz için ne istiyorsunuz?
En çok aldığım yanıt ne biliyor musunuz?
“Güzel bir işi ve ele muhtaç olmayacak kadar parası olsun.”
Şu tür cümleleri çok az duyuyorum: Kendinin ve potansiyelinin farkında olsun, anlamlı bir yaşam sürsün, güçlü evrensel ve ulusal değerleri olsun ya da topluma hizmet etsin.
Neden aileler bu cümleleri kurmuyor?
Öğrenilmiş Çaresizlik
Yıl 1969.
Berkeley Üniversitesi’nden Prof. John Watson, üç aylık bebekleri özel bir beşiğe yatırıyor. Başlarının altına da sensörlü yastıklar koyuyor. Önlerine de kendilerini rahatsız eden bir aparat asıyor.
Bebekler kafalarını hareket ettirerek, yastığa komut veriyor ve bu aparatı hareket ettirmeyi öğreniyor.
Başka bir grup bebeği de aynı beşiklere yatırıyor ama onları sensörlü yastıklara yatırmıyor. Çocuklar ne yaparsa yapsın, aparatı hareket ettiremiyor.
Yani, birinci grupta “Kontrol bende.” duygusu, ikinci grupta ise “Ne yaparsam yapayım, durum değişmeyecek.” duygusu yaratıyor.
Daha sonra ikinci grubu sensörlü yastıklara yatırıyor. Bu defa bebeklere aparatı kontrol etme şansı vermesine rağmen birçoğu aparatı hareket ettirmeyi denemiyor. Yani, bu bebekler çaresizliği öğreniyor.
Düşünün, bütün bunlar bir beşikte on beş dakikalık bir deneyle oluyor.
Bir toplum benzer bir muameleye ömrü boyunca maruz kalırsa, ne olur?
Çaresiz Toplumlar
İnsanlar kendini çaresiz hisseder. Uğraşmaz. Çalışmaz. Mücadele etmez. Hakkını savunmaz. Başına gelenleri olduğu gibi kabul eder. Aciz ve çaresiz hisseder. Toplumda “öğrenilmiş çaresizlik” oluşur.
Şu anda Türkiye’deki durum, tam olarak budur. Peki, çaresiz hisseden insan nasıl bir yaşam sürer?
Çaresiz İnsanlar Nasıl Düşünür?
İki farklı derse giriyorum ve gözlem yapıyorum. İki öğretmene de soruyorum: Sizce ders nasıl geçti?
Birinci öğretmen, “Ders iyiydi. Kazasız belasız geçti.” diyor.
İkinci öğretmen, “Ders iyiydi. Çocuklar çok güzel yorumlar yaptı.” diyor.
Sizce hangi öğretmen daha çaresiz hissediyordur?
Birincisi. Neden mi?
Çünkü çaresiz hisseden birinci öğretmen için “iyi” demek etki yaratmak değil, kötü bir olayın olmaması demek. Kötü bir şey olmazsa işler sıradan gitse bile, ders iyidir.
Ama ikinci öğretmen için “iyi” demek kötü bir olayın olmaması değil, etki yaratmak demek. İyi bir iş olmazsa işler sıradan gitse bile, ders kötüdür.
Yani, çaresizliği öğrenen insanlar bir etki yaratmadan durumu idare eder. Bir etki ya da katma değer yaratmaya çalışmazlar.
Ailelerin Durumu
Türkiye’deki durum yine tam olarak budur.
İnsanların birçoğu çaresiz hissettiğinden çocukları için de kazasız belasız bir yaşam istiyor. İşi olsun, parası olsun yeter, diyor. Daha fazlasını istemiyor.
Ama böyle mi olmalı?
Bir aile çocuğu için anlamlı bir yaşam istemeli. Kendisinin farkında olan, seçimlerini kendisi yapabilen, inisiyatif alan bir birey istemeli. Çaresizlik bunları istemesini engelliyor.
Peki, bu ailelerin suçu mu? Kesinlikle hayır.
Halk İçin Siyaset
Bu, kendi vatandaşını öğrenilmiş çaresizlik duygusuna maruz bırakan ve bu sistemi yaratan politikacıların suçu.
Halk için değil de kişisel ihtirasları için siyaset yapan yöneticilerin suçu. Türkiye’de olup bitenler kendilerini çaresiz hisseden bir toplum yaratmaktadır.
Bunun bedeli de toplum için büyük olacaktır.
Ben kendi adıma daha zengin ya da daha güçlü bir Türkiye istemiyorum.
Ben sadece insanların anlamlı ve keyifli yaşam sürdüğü bir ülke istiyorum.
Çaresiz hisseden bir toplum bunu asla başaramaz. Bunun sorumluluğu da bize yönetenlerindir.
Kaynak: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=25901100&tarih=2014-02-27