Tek bir istisna bile olmadan, yapılan tüm araştırmalara göre ekranla ilgili tüm aktiviteler daha az mutlulukla ve tüm ekransız aktiviteler de daha fazla mutlulukla doğrudan ilişkili. Sosyal medyada haftada 10 ya da daha uzun saat vakit geçiren sekizinci sınıf öğrencileri, sosyal medyaya daha az zaman ayıran akranlarına göre daha mutsuz olduklarını dile getiriyor. Haftada 10 saat bile oldukça uzun bir süre. Ancak sosyal medyada haftada altı ila dokuz saat arasında zaman geçiren gençlerin yüzde 47’si, sosyal medyayı daha az kullananlara göre daha mutsuz olduğunu söylüyor. Yüz yüze etkileşimler içinse bunun tam tersi geçerli. Yani, arkadaşlarıyla yüz yüze ortalamanın üzerinde bir süre vakit geçirenler, arkadaşlarıyla ortalamanın altında vakit geçirenlerden yüzde 20 oranda daha az mutsuz olduklarını belirtiyor.
Eğer bu araştırmaya dayanarak mutlu ergenlikle ilgili bir tavsiyede bulunmak gerekirse, söylenecek şey çok net: Telefonu elinden bırak, laptop’u kapat ve içinde ekran olmayan bir şey – herhangi bir şey – yap! Elbette bu analizler, ekranların su götürmez bir şekilde mutsuzluğa sebep olduğunu kanıtlamıyor, sadece mutsuz ergenlerin online olarak daha fazla zaman geçirme ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Ancak güncel araştırmalar ekran önünde geçirilen zamanın, özellikle sosyal medya kullanımının gerçekten mutsuzluğa sebep olduğunu ileri sürüyor. Yapılan bir çalışmada, kişisel bir Facebook sayfası olan üniversite öğrencilerinden iki hafta boyunca telefonları üzerinden kısa bir anketi cevaplamaları istendi. Günde beş kez, içinde bir bağlantı olan bir mesaj aldılar ve ruh hallerini ve ne kadar çok Facebook kullandıklarını bildirdiler. Facebook’u ne kadar çok kullanırlarsa kendilerini o kadar mutsuz hissettiler, ancak mutsuz hissetmek akabinde daha fazla Facebook kullanımına sebep olmuyordu.
Bol Facebook Arkadaşı Olan Yalnız Ergenler
Facebook gibi sosyal ağ siteleri, bizi arkadaşlara bağlamayı vadediyor. Ancak elimizdeki verilere dayanarak, iKuşağı ergenlerinin büyük resmine baktığımızda, bu kuşağın yalnız ve insanlardan kopuk olduklarını görüyoruz. Her gün sosyal ağ sitelerini ziyaret eden ancak arkadaşlarını yüz yüze daha az gören ergenler, “Çoğu zaman kendimi yalnız hissediyorum.”, “Genellikle kendimi bir şeylerin dışında kalmış gibi hissediyorum.” ve “Daha fazla iyi arkadaşım olmasını isterdim.” gibi cümleleri daha fazla kullanıyor. Ergenlerin yalnızlık duygusu oransal olarak 2013 yılında yükselmeye başladı ve o zamandan beri de hep yüksek kaldı.
Bu bireysel düzeyde online olarak daha fazla zaman geçiren çocukların, online olarak daha az zaman geçirenlerden her zaman daha yalnız olduğu anlamına gelmiyor. Çok sosyal ergenler her iki alanda da – hem sosyal medyada hem de yüz yüze görüşmede – daha sosyalken, daha az sosyal olan ergenler her iki alanda da daha az sosyal olmaya devam ediyor. Ancak nesil düzeyinde baktığımızda, ergenler akıllı telefonlarında daha fazla ve yüz yüze sosyal etkileşimlerle daha az zaman geçirdiklerinde yalnızlık çok daha yaygın görülüyor.
Aynı şekilde depresyon da öyle. Tekrar etmek gerekirse, ekran aktivitelerinin etkisi çok açık: Ergenler ekranlara bakarak ne kadar fazla zaman geçirirse, depresyon belirtilerini daha fazla dile getiriyorlar. Ağır sosyal medya kullanıcıları olan sekizinci sınıf öğrencilerinin depresyon riski yüzde 27 oranında artarken, ortalama bir ergenden daha fazla spor yapan ya da ödev yapan öğrenciler, bu riski önemli bir oranda ortadan kaldırıyor.
Akıllı telefonlar ve bu kuşağın yaşadığı belirgin psikolojik stres arasında nasıl bir bağ olabilir? Çocukları gece gündüz birbirine bağlama gücüne sahip olan sosyal medya, ergenlerin kendilerini dışlanmış hissetme kaygılarını da artırdı. Günümüz gençleri daha az partiye gidiyor ve birlikte daha az zaman geçiriyor olabilir, ancak bir araya geldiklerinde birlikteliklerini bıkmadan usanmadan Snapchat, Instagram ve Facebook’ta belgeliyorlar. Davet edilmeyenler bunun gayet net bir şekilde farkında oluyorlar. Bu yüzden kendini dışlanmış hisseden ergenlerin sayısı, tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Yalnızlıktaki artış gibi dışlanmış hissetmedeki artış da hızlı ve belirgin olarak görünüyor.
Kızlar Sosyal Medyadan Daha Negatif Etkileniyor
Bu artış özellikle kızlar arasında daha yüksek. Yüzde 48 oranında daha fazla kız çocuğu, 2010 yılına oranla 2015 yılında kendini daha fazla dışlanmış hissediyor. Bu oran oğlanlarda yüzde 27. Kızlar sosyal medyayı daha fazla kullanıyor ve bu da kendileri olmadan bir araya gelen arkadaşlarını ya da sınıf arkadaşlarını gördüklerinde kendilerini daha yalnız ve dışlanmış hissetme olasılığını artırıyor. Sosyal medya, gönderi paylaşan ve endişeyle yorumlar ve beğenilerle onaylanmayı bekleyen gençler üzerinde de ciddi bir baskı yaratıyor. Athena Instagram’da fotoğraf paylaştığında yaşadıklarını şöyle anlatıyor: İnsanların ne düşüneceği ve neler söyleyeceği konusunda endişeleniyorum. Bir fotoğrafımın belli miktarda beğeni almaması çok canımı sıkıyor.
Kızlar, günümüz ergenleri arasında görülen depresif semptomları da daha yoğun yaşıyor. Oğlanlar arasındaki depresif semptomlar, 2012’den 2015’e yüzde 21 oranında artarken, bu oran kızlarda yüzde 50. Yani iki katından bile daha fazla.
Ergen kızlar için geçerli olan bu dehşet verici verilerin kaynağı, siber zorbalığı daha fazla yaşıyor olmaları gerçeğinde yatıyor olabilir. Oğlanlar birbirlerine fiziksel olarak zorbalık ederken, kızlar bunu, bir kurbanın sosyal statüsünü ya da ilişkilerini baltalayarak yapıyor. Sosyal medya ortaokul ve lisedeki kız öğrencilere, hoşlarına gidecek tür bir agresyonu yaşayabilecekleri bir platform sunuyor: Hoşlanmadıkları kızları yirmi dört saat boyunca dışlamak ve hatta afaroz etmek. Sosyal medya şirketleri elbette bu sorunların farkında ve siber zorbalığı önlemek için bir dereceye kadar gayret gösteriyorlar. Ancak bu çabalar oldukça yetersiz.
Bir Başka Büyük Risk: Ergenlerde Uyku Eksikliği
2014 yılında Kuzey Teksaslı 13 yaşındaki bir kız, yanan bir şeyin kokusuna uyandı. Telefonu aşırı ısınmış ve çarşafların üzerine erimişti. Bu haber, insanların, cep telefonlarının aniden yanma korkusunu tetiklese de ben olaya başka bir açıdan bakıyorum: Neden bir insan yatağının başında telefonuyla uyur? Uyurken internette gezemezsiniz ki?
Merakımı gidermek için San Diego Devlet Üniversitesi’ndeki öğrencilerime uyurken telefonlarını ne yaptıklarını sordum. Cevapları takıntılı insan profilindeydi. Neredeyse hepsi telefonlarıyla uyuyorlardı. Yastıklarının altına, yataklarının içinde ya da yataktan uzandıklarında kollarının erişebileceği bir mesafeye koyuyorlardı telefonlarını. Uykuya dalmadan hemen önce sosyal medyayı kontrol ediyorlardı ve sabah uyanır uyanmaz telefonlarına uzanıyorlardı. Telefonları uykuya dalmadan önce gördükleri son şeyken, sabah uyandıklarında gördükleri ilk şeydi. Gecenin bir yarısı uyanırlarsa, genellikle kendilerini yine telefonlarının ekranına bakarken buluyorlardı. Bazıları bağımlıların kullandığı bir dili kullanıyordu: “Biliyorum yapmamam gerekiyor ama dayanamıyorum.” dedi bir öğrenci yatakta telefonuna bakmayı anlatırken. Bazılarıysa telefonlarını, vücutlarının bir uzantısı hatta bir sevgili gibi görüyordu. “Uyurken telefonumun yakınımda olması beni rahatlatıyor.”
Rahatlık hissi veriyor olabilir ama akıllı telefonlar ergenlerin uykularını kısaltıyor. Birçok ergen artık çoğu gece yedi saatten daha az uyuyor. Oysa doktorlar ergenlerin her gece yaklaşık dokuz saat uyumaları gerektiğini söylüyor. Uzmanlara göre yedi saatten daha az uyuyan bir ergen kesinlikle uykusunu alamıyor. 1991 yılına göre 2015 yılında uyku eksikliği yaşayan ergenlerin oranı yüzde 57 oranında arttı. Sadece 2012’den 2015 yılına kadarki dört yıl içindeki artış yüzde 22.
Bu artışın zamanlaması çoğu ergenin akıllı telefon sahibi olmaya başladığı zamanla örtüşüyor. Bir başka araştırma ise şöyle diyor: Uykudan hemen önce bir elektronik cihaz kullanan çocuklar, uyumaları gerekenden daha az uyuyor ve gün içinde uykulu olmaya iki kat daha fazla meyilli oluyorlar.
Çözüm Önerileri: Sınır Koyma ve Ölçülü Kullanım
Akıllı telefonlar ve depresyon, mutsuzluk ve uykusuzluk arasındaki bağlantıya yönelik elimizde öylesine güçlü kanıtlar var ki çok daha fazla ebeveynin çocuklarına telefonlarını kaldırmaları gerektiğini söylemesi gerekiyor. Silikon Vadisi’nin çoğu üst düzey yöneticisinin ve hatta Steve Jobs’ın bile çocuklarının ekran sürelerini sınırlandırdığını biliyoruz.
Elektronik cihazlara bu kadar alışık bir jenerasyona teknolojiyi yasaklamanın hiç de gerçekçi olmadığının farkındayım. 2006, 2009 ve 2012 yıllarında doğmuş üç kızım var. Henüz iKuşağının tüm tipik özelliklerini gösterecek kadar büyümediler ancak yeni medya türlerinin küçük yaşlardan itibaren hayatlarında nasıl yer ettiğine ilk elden şahit oluyorum. En küçük kızım henüz yürüyemezken bile iPad’e uzanmaya çalışırdı. 6 yaşındaki kızım, ona ne zaman telefon alacağımızı sordu bana. Yapabileceğimiz tek şey ergenlerin telefonlarını sorumlu bir şekilde kullanmalarını sağlamak ve çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren ölçülü teknoloji kullanımının önemini aşılamak gibi duruyor.
Günde iki saat elekronik cihaz kullanımının bile zihinsel sağlık ve uyku eksikliği üzerinde bir etkisi var. Oysa bugün ortalama bir ergen günde iki buçuk saatini ekran başında geçiriyor. Sınır koymak, çocukları zararlı alışkanlıklar edinmekten koruyacaktır mutlaka.
Ergenlerle yaptığım konuşmalarda bazı çocukların yaşadıkları sorunları telefonlarına bağladığını duyduğumda tekrar umutlanıyorum. Athena, arkadaşlarıyla buluştuğunda çoğunun onun yüzüne bakmak yerine telefonuna baktığını söylüyor: “Onlarla bir şey hakkında konuşmaya çalışıyorum, ama yüzüme bile bakmıyorlar. Gözleri hep telefonlarında.” Bunun nasıl bir his olduğunu sorduğumdaysa, “Biraz üzülüyorum. Anne ve babamın jenerasyonu böyle değildi. Benim için çok önemli bir şey hakkında konuşuyor olabilirim ama beni dinlemiyorlar bile.” diye cevaplıyor. “Hatta bir keresinde bir arkadaşıma ailemle ilgili önemli bir şey anlatıyordum. Bana, ‘Neyse boş ver.’ deyince elindeki telefonu alıp duvara fırlattım.”
Yazının ilk bölümü için: http://egitimpedia.com/teknoloji/akilli-telefonlar-ve-sosyal-medya-bir-nesli-mahvediyor-olabilir-mi-1/