Geçtiğimiz yaz bir öğle sıcağında 13 yaşındaki Athena’yı telefonla aradım. Telefonunu – 11 yaşından beri kendi iPhone’u var – açtığında sesi sanki uykudan yeni kalkmış gibi geliyordu. En sevdiği şarkılardan ve TV programlarından konuştuk ve ona arkadaşlarıyla ne yapmaktan hoşlandığını sordum. “Alışveriş merkezine gidiyoruz.” dedi. “Ailen seni oraya mı bırakıyor?” diye sordum. 1980’lerde henüz bir ortaokul öğrencisiyken, birkaç saat boyunca yanımda ailem olmadan arkadaşlarımla alışveriş yapmaktan ne çok zevk aldığımı hatırladım. “Hayır, ailemle birlikte gidiyorum.” diye cevap verdi. “Annem ve abilerimle birlikte gidiyoruz ve onların biraz gerisinde yürüyoruz. Nereye gittiğimizi anneme söylemem gerekiyor mutlaka. Her saat başı ya da yarım saatte bir kendimi göstermem gerekiyor.”
Bu alışveriş merkezi gezileri çok nadir gerçekleşiyordu. Yaklaşık ayda bir kez. Athena ve arkadaşları daha çok telefonlarıyla zaman geçiriyorlardı. Yanlarında hiçbir refakatçi olmadan. Benim jenerasyonumun dedikodu yaparak evdeki sabit hattı neredeyse bütün gece meşgul edebilen ergenlerinden farklı olarak onlar, hızla kaybolabilen resimler ve videolar gönderebileceğiniz Snapchat’ten konuşuyorlar. Birbirleriyle kaç gün arka arkaya Snapchat’te konuştuklarını gösteren Snapsteak’leri tutturmaya çalışıyorlar. Bazen arkadaşlarının komik fotoğraflarının ekran görüntülerini alıp saklıyorlar. “İyi şantaj yapılıyor.” diyor Athena. Genç kız yazın çoğunu odasında telefonuyla yalnız başına geçirdiğini ekliyor. Athena’ya göre onun nesli böyle yaşıyor. “Biz, iPad ya da iPhone’ların olmadığı bir hayatı tanıma seçeneğine sahip olmadık. Sanırım telefonlarımızı gerçek insanlardan daha çok seviyoruz.”
22 yaşımda psikoloji doktorası yapmaya başladığımdan beri, yani toplam 25 yıldır, kuşaklar arasındaki farklılıkları araştırıyorum. Genellikle bir jenerasyonu tanımlamaya başlayan özellikler, kademeli bir şekilde ve bir süreklilik içinde ortaya çıkar. Yükselmeye başlayan inanışlar ve davranışlar da bu şekilde görünmeye başlar. Bu alanda çalışan biri olarak hafif yükseltilerden ve düzlüklerden oluşan grafiklere alışık biriyim. Ama sonra Athena’nın nesli üzerinde çalışmaya başladım ve her şey değişti.
2012 civarında, ergenlerin davranışlarında ve duygusal durumlarında çok ani değişimler olduğunu fark ettim. Grafiklerdeki hafif eğimler yerini, dimdik tepelere ve derin uçurumlara bıraktı ve Y kuşağının pek çok ayırt edici özelliği ortadan kaybolmaya başladı. Jenerasyonlarla ilgili tüm veri analizlerimde – kimisi 1930’lara kadar geri gidiyor –böyle bir şeyi daha önce hiç görmedim.
İlk başta bunların bir “patlama” olacağını varsaydım ama bu eğilimler birkaç yıl boyunca ve çeşitli ulusal araştırmalarda sürdü. Değişimler sadece derece olarak değil, nitelik olarak da yaşanıyordu. Y kuşağı ve ondan önce gelen kuşak arasındaki en büyük fark, dünyayı nasıl gördükleriydi. Günümüz gençleriyse Y kuşağından sadece dünya görüşü olarak değil, zamanlarını nasıl geçirdikleri bakımından da ayrılıyor. Günlük yaşantıları, kendilerinden sadece birkaç yaş küçük olan jenerasyondan radikal bir şekilde farklıydı.
2012 yılında, bu kadar dramatik değişimler yaşanmasına sebep olacak ne oldu peki? Amerika’da yaşanan büyük ekonomik durgunluğun ardından Y kuşağı, büyüyen ekonomide bir yer edinmeye çalışıyordu. Ama bu aynı zamanda akıllı telefon sahibi Amerikalı oranının yüzde 50’yi aştığı yıldı.
Ergenlerin tutumları ve davranışlarıyla ilgili yıllık çalışmaları daha fazla inceledikçe ve Athena gibi genç insanlarla daha çok konuştukça, onların jenerasyonunun akıllı telefon ve beraberinde gelen sosyal medyanın yükselişi tarafından şekillendirildiği daha da netleşti. Ben onlara iKuşağı diyorum. Bu kuşağın 1995 ve 2012 yılları arasında doğan üyeleri; akıllı telefonlarla büyüyor, liseye başlamadan bir Instagram hesabı açıyor ve internetin olmadığı bir zamanı hatırlamıyor. Y kuşağı da internetle büyüdü, ancak internet hayatlarında hep var olan, gece gündüz her zaman ellerinin altında olan bir şey olmadı. iKuşağı’nın en eski üyeleri, iPhone, 2007 yılında tüm dünyada tanıtıldığında ergenlik öncesi dönemdeydi. iPad 2010 yılında sahneye çıktığında ise lise öğrencisiydiler. 2017 yılında 5,000’den fazla Amerikalı genç üzerinde yapılan bir çalışmaya göre her dört gençten birinin bir iPhone’u var.
Akıllı telefon ve onun kuzeni olan tabletin gelişini, ekranda geçirilen sürenin zararlı etkileriyle ilgili araştırmaların çıktığı sıkıntılı bir süreç takip etti. Ancak yine de bu cihazların etkileri tam olarak dikkate alınmıyordu ve çocukların dikkat sürelerinin kısalmasıyla ilgili endişelerin ötesine geçemedi. Oysa akıllı telefonun gelişi ergenlerin hayatlarını, sosyal etkileşimlerinin doğasından zihinsel sağlıklarına kadar her yönüyle radikal bir şekilde değiştirmişti. Bu değişimler ülkenin her köşesindeki ve her evindeki genç insanı etkilemişti. Yeni eğilimler, her kültürden ya da etnik kökenden, her şehirden, banliyöden ya da küçük kasabadan gelen yoksul ve zengin gençler arasında görülebiliyordu. Vericilerin olduğu her yerde, hayatlarını akıllı telefonları üzerinden yaşayan gençler vardı.
Bizim gibi gençliğini daha “analog” geçiren insanlar için bu hem yabancı hem de sorunlu bir şey olarak görülebilir. Ancak kuşaklarla ilgili araştırmaların amacı, hayatın eskiden nasıl olduğu nostaljisine yenik düşmek değil, günümüz kuşağını anlamaktır. Bazı değişimler olumlu, bazıları olumsuz ve birçoğu da her ikisi birdendir. Kendi odalarında bir partide ya da bir arabada olduğundan çok daha rahat olan günümüz ergenleri, fiziksel olarak daha önce hiç olmadığı kadar güvendeler. Bir araba kazası yaşama şansları çok daha azken, kendilerinden önce gelen jenerasyona göre alkole çok daha az düşkünler ve buna bağlı hastalıklara çok daha uzaklar.
Ancak psikolojik olarak Y kuşağına göre çok daha kırılganlar. Ergenler arasındaki depresyon ve intihar oranları 2011 yılından itibaren ciddi ve ani bir artış gösterdi. iKuşağı’nın uzun yıllardır gördüğümüz en kötü zihinsel sağlık krizinin eşiğinde olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bu kötü gidişatın izini telefonlarından sürmek de mümkün.
Sarsıcı herhangi bir olay bile – bir savaş, bir teknolojik atılım ya da çamurun içinde ücretsiz bir konser – bir grup genç insanı şekillendirmede aşırı önemli bir rol oynuyorsa, böyle bir kuşağı tek bir faktörün tanımlaması mümkün değildir. Ebeveynlik tarzları gibi okullar da değişiyor. Bunların her ikisi de önemli. Ancak akıllı telefon ve sosyal medyanın birlikte yükselişi çok uzun zamandır hatta belki de daha önce hiç görmediğimiz şiddette bir depreme sebep oldu. Genç insanların ellerine tutuşturduğumuz cihazların, hayatları üzerinde çok derin etkileri olduğuna ve onları ciddi anlamda mutsuz ettiğine dair güçlü kanıtlar var elimizde.
X Kuşağı olarak gerçirdiğim ergenlik yıllarımda bağımsızlık, 68 kuşağı kadar yoğun olmasa da hala popüler bir eğilimdi. Arkadaşlarım da ben de ehliyet alma yaşımıza gelmeyi sabırsızlıkla bekler, öncesinde arabayla kaçamaklar yapar ve bunu yaşadığımız sınırlar içinden uzaklaşmak ve özgürleşmek için bir fırsat olarak görürdük. Ailelerimiz, “Eve ne zaman geleceksin?” diye sorduklarında, “Ne zaman gelmem gerekiyor?” diye sorardık.
Bağımsızlığın cazibesi önceki jenerasyonlar için o kadar fazlaydı ki ebeveynleri olmadan evden çıkmaya pek hevesli olmayan günümüz ergenleri bunun kıyısından bile geçmiyor. Değişim oldukça sarsıcı: 2015 yılında 12’inci sınıfta olan öğrenciler, 2009 yılı öncesindeki 8’inci sınıflardan bile daha az dışarı çıkıyor.
Sonuç olarak bağımsızlık, günümüz gençleri için cazibesini yitirmiş gibi duruyor. Eskiden 18 yaşına basar basmaz alınan sürücü ehliyeti, günümüz gençleri arasında popülerliğini yitirmiş durumda. Günümüzde anne ve babalar o kadar iyi şoförlük yapıyor ki çocukları araba kullanmayı öğrenmek için acil bir ihtiyaç hissetmiyor bile. “Ailem beni her yere arabayla götürdü ve bundan asla şikayet etmedi.” diyor 21 yaşında bir öğrenci. “Annem beni artık okula götürmeye devam edemeyeceğini ve sürücü ehliyetimi almam gerektiğini söyleyene kadar almadım.” Ergenlerle sürücü ehliyeti almak üzerine yaptığım sayısız konuşmadan sonra bunun ebeveynlerinin zoruyla yapılan bir şey olduğunu söyleyebilirim. Bu, önceki kuşaklar için söz konusu bile olamayacak bir durum.
Bağımsızlık bedava değil elbette. Doğal gaz faturanızı ödemek ya da dışarıda bir şeyler içmek için cebinizde para olması gerekiyor. Eski dönemlerde özgürlüklerinin maliyetini ödemeye istekli ya da paranın değerini öğrenmeleri için aileleri tarafından teşvik edilen çok sayıda genç yarı zamanlı ya da tam zamanlı işlerde çalışırdı. Ancak iKuşağı gençleri bu kadar fazla çalışmıyor (Ya da kendi paralarını yönetmiyor.).
Yetşkinliğin getirdiği sorumlulukları ertelemek iKuşağı’nın buluşu değil. 1990’lardaki X Kuşağı, yetişkinliğin geleneksel göstergelerini erteleyen ilk jenerasyon oldu. Ergenliklerini dolu dolu yaşadılar ve kendilerinden önceki kuşaklardan çok daha ileri yaşlarda evlenip iş sahibi oldular.
Y Kuşağından itibaren başlayan bu eğilim, iKuşağı’nda daha da ileri yıllara uzayarak devam ediyor. Günümüzün 18 yaşındaki gençleri, eski kuşakların 15 yaşındaki ergenleri gibi davranıyor. Çocukluk artık neredeyse liseye kadar uzamış durumda.
Peki, günümüz ergenleri yetişkinliğin hem keyiflerini hem de sorumluluklarını neden bu kadar erteliyor? Ekonomi ve ebeveynlik tarzlarındaki değişimler elbette önemli bir rol oynuyor. Bilgi çağında yüksek eğitime verilen değer arttıkça, ebeveynler çocuklarının yarı zamanlı işlerde çalışmak yerine evde kalıp ders çalışmalarını daha fazla teşvik ediyor olabilir. Ergenler de evde olmaktan oldukça memnunlar. Ama bunun sebebi ders çalışmayı çok sevmeleri değil, sosyal hayatlarını telefonları üzerinden yaşıyor olmaları. Arkadaşlarıyla zaman geçirmek için artık evden dışarı çıkmak zorunda değiller.
Evden çıkmayan, daha az sorumluluk alan, yarı zamanlı işlerde çalışmayan günümüz ergenleri, X Kuşağı’na göre çok daha fazla boş zamana sahip. Peki tüm bu zamanı nasıl geçiriyorlar? Telefonlarının başında, odalarında, yalnız başlarına ve genellikle stres içinde.
iKuşağı’nın yaşadığı en ironik şeylerden biri de aileleriyle aynı çatı altında çok daha fazla zaman geçirseler de eski kuşak ergenlere göre anne ve babalarına çok daha az yakın olmaları. “Arkadaşlarımı aileleriyle birlikteyken görüyorum, birbirleriyle pek konuşmuyorlar. Kafaları telefonlarına gömülmüşken, ‘Tamam, tamam, her neyse’ gibi şeyler söylüyorlar.” diyor Athena. Tıpkı akranları gibi Athena da telefonuyla zaman geçirirken ailesini duymamazlıktan gelmek konusunda bir uzman. Athena nerdeyse bütün yazı arkadaşlarıyla ilişkisini sürdürerek geçirmiş ama bunu neredeyse tamamen Snapchat’te yazışarak yapmış. “Telefonumla, gerçek insanlarla geçirdiğimden daha fazla zaman geçiriyorum. Yatağımda sanki vücudumun izi çıkıyor.” diyor Athena.
Athena bu konuda da fazlasıyla tipik bir ergen. Nerdeyse her gün arkadaşlarıyla birlikte olan ergenlerin sayısı, 2000 yılından 2005 yılına kadar yüzde 40’tan daha fazla bir oranda düştü. Son dönemdeki düşüş çok daha derin. Artık çok daha az çocuk birlikte takılarak zaman geçiriyor. Mahalledeki basketbol sahası, paten sahası, yerel buluşma mekanları… Hepsinin yerini, uygulamalar ve internetle erişilebilen sanal alanlar almış durumda.
Bu yeni ve sanal alanlar onları çok mutlu ettiği için ergenlerin telefonlarında bu kadar fazla zaman geçirdiklerini düşünüyor olabilirsiniz, ancak elimizdeki veriler hiç de böyle söylemiyor: Ekrandaki aktivitelerle ortalamanın üzerinde zaman geçiren ergenler daha mutsuzken, ekransız aktivitelerle ortalamanın üzerinde zaman geçiren ergenler daha mutlu.
Devam edecek…
Yazının ikinci bölümü: Akıllı telefonlar, sosyal medya, ergenlerde görülen depresyon ve mutsuzluk.