Eğitim adına cesur ve iddialı sözler söyleyen bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Bana, haftalık çalışma tempom içinde bireysel çalışma ve grupla çalışma sürelerimin nasıl olduğunu sordu, ikisi arasında bir denge var mıydı? Kesinlikle eşit değildi, haftalık rutin toplantılarım dışında hep bireysel çalıştığımı ilettim. “Ne ilginç değil mi?” diyerek ekledi, “Neredeyse hepimiz çalışma hayatında yalnız başımıza düşünüyor, tasarlıyor, üretiyorken eğitim hayatımızda hiç yalnız başımıza iş yapma fırsatı yakalayamıyoruz. Gerçekten de iş hayatına atılana kadar geçen öğrencilik sürecimiz bir sınıfla ortak hareket ederek, bize sunulanı alarak ve bizden istenilen kadarını vererek geçiyorken, iş hayatımızın tüm tasarımını neredeyse yalnız yapıyoruz. İşlerimizi önem sırasına biz koyuyoruz. Ne zaman mola vereceğimize, ne zaman hangi işe başlayacağımıza biz karar veriyoruz. Gerçek yaşamın simülasyonu olması gereken okul ise gerçek yaşamın bu anlamda yanından bile geçmiyor.
Eğitim sistemimiz içinde öğrencilere kendi başlarına kaldıkları ve kendi öğrenme tasarımlarını yaptıkları zaman dilimleri yaratamıyoruz. Bu anlamda düşünülebilecek, öğrenciler ders notlarını artırsınlar diye zihinlere kazınan, yılda bir kez, en az bir dersten yapmak zorunda oldukları proje çalışmaları ise ne yazık ki istenilen verimlilikte geçmiyor ve bu projeler için okulda zaman ayrılmadığından bu çalışmalar eve kalan işe dönüyor. Evde yapılan projelerin öğrenci emeği olması ya da niteliği de ayrı bir tartışmanın konusu. Ne yazık ki öğrencilerin alacağı bireysel projeler konusunda da okulun öğrencilere bir katkısı olmuyor.
Yöneticilik yaptığım okulda ders gözlemi için rastgele girdiğim bir sınıfta öğretmen yoktu. Öğrencilerin hepsi birbirinden farklı şeylerle uğraşıyordu. Bu deneyimin ilginçliğinden olsa gerek sınıfta arkalara geçip olacakları izlemeye devam ettim. Kimi öğrenciler ayağa kalkıyor malzeme dolabına giderek bir şeyler alıp yerine dönüyor, kimi öğrenciler ikili bir şey tartışıyor ama çevrelerindekileri rahatsız etmiyorlardı. Yakınımdaki bir öğrenciye ne yaptıklarını sorduğumda bir sonraki ders için sunum hazırladıklarını söyledi. Bireysel bir sunum mu diye sorduğumda, “Ben bireysel bir sunum yapacağım ama kimi arkadaşlarım grup sunumu yapacak.” dedi. Bir yandan defterine kısa kısa not alırken bir yandan da önündeki büyük kağıda bir şeyler çiziyordu. Afiş mi yapacaksınız dediğimde, başını kaldırıp biraz “Beni neden rahatsız ediyorsun.” bakışıyla son cümlesini kurdu: “Herkes istediği gibi sunum yapacak bu da afiş değil, resim.”
Sınıftan çıktığımda gözüm doğal olarak sınıfın öğretmenini aradı. Elinde kahvesiyle biraz ilerideki veli bekleme odasında oturuyordu. Biraz da sataşmak için, “Oh, bu ne rahat öğretmenlik!” dedim. Bana döndü, öğrencilerini zaman zaman özellikle kendi öğrenme sorumluluklarını almaları için yalnız bıraktığını anlattı. Bu durumun öğrencilerde yarattığı kendi iş planlarını yapma becerisini nasıl geliştirdiğinden söz etti. Anlamsız sataşmamdan, klasik müdür tavrımdan utanmıştım, aslında öğrencilerin yaptıkları işi ve sınıf ortamını gördüğümde sınıfın öğretmeniyle gurur duymuştum. Gözlem yaptığım sınıf, ikinci sınıftı ve bu bir anda olmamıştı. Sınıfın öğretmeni daha önce de öğrencilerine bireysel çalışma zamanları vermiş, sadece sınıfı öğrenme alanı olarak tutmamış, okul koridor ve bahçesine de bu bireysel çalışmayı taşımıştı. Öğrencileri de böylesi bireysel çalışma zamanlarına yavaş yavaş alışmış ve kendi öğrenme sorumluluklarını alma yolunda ilerlemeye başlamışlardı.
Bu tarz bir çalışma yaratımı size ütopik gelebilir. Ben de biliyorum ki özellikle lisede ve ortaokulda bu çok daha zor görünüyor. “Bu çocuklar dağıtır, idare ne der, boşa giden zaman” gibi zihnin verdiği alt mesajlar bize engel olacak. Ancak bireysel öğrenme zamanları yaratmanın tek yolu dersin belirli anlarında öğrencileri serbest bırakmaktan geçmiyor.
Okulun açıldığı ilk ay siz branşınızla ya da konularınızla ilgili olarak sınıfta öğrencilere kendi öğrenme meraklarına, ilgilerine göre alanlar açabilirsiniz. Örneğin, kimya öğretmeni olarak “elmas”ları merak eden bir öğrenciyle teneffüste buluşup bir çalışma planı yaratabilirsiniz. Bu öğrenci belirli aralıklarla size çalışmasını sunar ve siz de bu çalışmaya rehberlik edebilirsiniz. Emin olun öğretmenler odasında geçecek zaman yerine, öğrencilerin öğrenme merakları için ayrılan zaman arasında ciddi bir anlam farkı vardır. Öğrenciler için öğretmenlerinin onlara ders dışında da zaman ayırması çok değerli olacaktır.
Öğrenciler kendi alanlarında bir şeyler yapmaya inanılmaz düşkünler, örneğin rap müzikle uğraşan bir öğrencim vardı. Birkaç kez onun bu ilgisi üzerine sohbet ettik. Ardından, “Arkadaşlarına rap müzikle ilgili tanıtım yapmak ister misin?” dedim. “Nasıl yani?” diye sordu. Ben de; benim ve sınıftaki kimi arkadaşlarının bu müzik türünü belki de iyi tanımadığımız için sevmediğimizi, tanırsak bizim de rap dinleyebileceğimizi söylediğimde öğrencinin gözleri parlamaya başlamıştı. “Nasıl bir sunum olmalı, içinde neler olmalı, farklı ülkelerden örnekle olmalı mı?” soruları peş peşe geliyordu.
Bir sonraki hafta için bu sunumun içinde neler olmasını istediğine dair bir taslak oluşturmasını istedim. Defter kitap açmayan bu öğrenci bir hafta sonra aldığı harika defterine özenle bir sürü başlık çıkarmış, bir de notlar almıştı. “Bu maddeleri açacağım.”, dedi. Biliyorum, dedim ve tüm maddelerin üstüne konuştuk. “Ülkelere göre dinlenme oranlarını bulabilir misin?” diye sordum ya da bu alanda kaç grup olduğunu… Gözleri yeniden aydınlandı. “Evet.” dedi, “Tabii ki neden olmasın.” Sunum için yaklaşık dört ay hiç kopmadan uğraştı. Haftada sadece beş dakika bir araya geliyorduk ama hiç sektirmiyorduk. Bu buluşmaların hepsinde yapılan işe sonsuz saygıyla yaklaşıyordum. Harika bir sunumdan daha önemlisi, bu öğrenci kendi başına çalışma, plan yapma becerisi kazanmıştı.
Bireysel çalışma zamanları için atılacak küçük bir adım, öğrencilerin gelecek yaşamları için atılmış büyük bir adım olabilir.
Müjdat Ataman
Okul Müdürü