Zamane çocuklarının okumamak için çok fazla bahanesi vardır. Dünyalarını çevreleyen medya ve sosyal medya araçları onları her geçen gün daha fazla görsel, özet, yüzeysel düşünmeye ve algılamaya zorluyor. Yeterince eğlenceli olmayan, emek isteyen pek çok şey, ona yeterince zaman ayıramayan meşgul çocuklarımız tarafından ihmal ediliyor. Tabii kimse iyi bir kitabı okumanın ne kadar eğlenceli olabileceğini inkar edemez ama biraz zahmetli mi geliyor ne?
Peki okullarda okumayı sevdirmek için ne yapıyoruz? Ya da okuma dersinde ne yapılıyor?
Türkçe okuma dersi denildiğinde sınıflarda en çok yapılan çalışma “verilen paragrafta” ne anlatıldığını anlamaktır. Verilen metnin öz anlamı nedir? Bu metni yazan yazarın amacı nedir? Amacını hangi araçları kullanarak desteklemiştir? Yapılması gereken metnin içinde “gizlenen anlamı deşifre etmek, analiz etmek, bulgularımızı kanıtlamaktır.”. Bu durumda öğrenci karşısında gizlerinin çözülmesini bekleyen satır yığınına yabancılaşmayıp da ne yapsın? Gizlenen anlamı deşifre etmek, analiz etmek, bulgularımızı kanıtlamak yaklaşımı size de çok mekanik gelmiyor mu?
Bir metnin ya da bir paragrafın ne anlama geldiğini, neleri kastedip neleri kastetmediğini çözümlemek, sonuçlara varmak gerçek anlamda “okuryazar” olmayı gerektirir. Burası doğru ama “okumak” sadece bu kadarla biter mi? Demin sosyal medyaya taş atıyorduk. Her geçen gün daha kısa, daha yüzeysel, daha yazıdan uzak bir algılamaya teşvik etmiyor muydu bizi? Peki SBS’ler ve her türlü sınavın bize dayattığı test sistemi sağ olsun, Türkçe derslerinde okuduğumuz her metnin altında kısacık, tek ve bir tane öz anlam aramaya itilmiyor muyuz sizce? Ya da işin en başına dönelim. Okumayı öğrenen çocuklara verilen ilk okuma parçalarını düşünün. Evde konuştuğumuz Türkçeye benziyorlar mı? Biz e-l-a-t harflerini öğretmesi beklenen Ela ile Talat’tan sıkılıyorsak, küçük çocukların taptaze ve rengarenk kafaları neden bulanmasın?
Okumak aslında bir serüvendir ve bu serüveni sınıf ortamında yaşatmak da oldukça zor olabilir. Çünkü okumak asla tek yönlü bir eylem değildir. Aynı metni okuyan iki insan, o metni kendi değerleri, yaşam deneyimleri, anıları, yaşadıkları zorlukları, sevdikleri ve daha pek çok şey üzerinden yorumlayarak çok farklı sonuçlara varabilirler. İki çocuktan aynı metni sırayla anlatmalarını ya da özetlemelerini isteseniz birbirinden tamamen farklı iki ayrı metinle karşılaşabilirsiniz. Peki bu bir başarısızlık, okuduğunu anlamama göstergesi olarak kabul edilebilir mi? Evet, test sisteminde her zaman tek bir doğru cevap var, peki gerçek hayatta?
Okuryazarlığın niteliğini bir metnin içindeki anlamı olanca netliğiyle deşifre edebilme becerisi olarak ölçmeye kalktığımızda, bu işi başarmaktan sorumlu olan öğrenci metni ve kendini birbirinden tamamen ayrı, aralarında hiçbir etkileşim olmayan iki ayrı şey olarak algılamaya başlıyor. Yazı ve insan arasındaki bağ yitip gidiyor.
İşte okumak böyle mekanikleşiyor, biz de okur olacak okuryazarları böyle kaybediyoruz. Yazıya böyle yaklaşmayı kabullenen bir çocuk Orhan Pamuk’tan, Shakespeare’den nasıl zevk alsın? Sınıfta okunan parça, sosyal medyada paylaştıkları kadar eğlenceli değilse uykusu gelir, pencereden bakar ve daha neler yapar neler…
Önemli bir kısmı beş yaş civarında okuma yazmayı sökmüş olsa da zamane öğrencilerinin okumayı sanılanın aksine oldukça dezavantajlı bir konumda öğrendiklerini unutmayalım. Çünkü şifreyi çözecek gizli anahtarları ellerinden alınmış durumda: Okuyucuyla metin arasındaki iletişim ve yorumlama.
Bir kitap okuduğumuzda çoğu zaman zaten bildiğimiz, bilmesek de bir parçası olduğumuz fikirlerle, içgüdülerimizle, epeydir yüz yüze gelmekten korktuğumuz acı hatıralarla karşılaşırız. Adeta başımıza gelen iyi bildiğimiz ama bir türlü ifade edemediğimiz pek çok şey karşımıza çıkıvermiştir. İnsan beyni okuduğunu böyle anlar. Karşısında uzun uzun uzayan satırların gizi budur.
İnsan böyle öğrenir; üzülerek, merak ederek, şaşırarak, sevinerek, heyecanlanarak…
Kabul, bir paragrafı çözecek araçları ve stratejileri bilmek önemlidir ama okumak denen şey bu değildir. Oysa biz eğitimde bağımlısı olduğumuz ölçülebilirlik, standartlara uygun hale getirme kavramları adına son derece bireysel bir deneyim olan okuma eylemini asıl sahibinden, okuyucunun/öğrencinin kendisinden koparıyoruz. Ondan sonra ister sosyal medyayı suçlayın, ister başka bir şeyi…
Hani öğrencilerden satırların arasında gizlenen anlamı keşfetmelerini bekliyoruz ya; okumanın gizli anlamı ne olabilir? Cevap “D” şıkkı mı?
Üniversiteli bir Eğitimpedia öğrencisi