1971 yılında ilkokul karnemi eve getirdiğimde, her ne kadar annemin “Kızınız yaşına göre iyi okuyor.” yorumundan hoşnut olduğundan emin olsam da bunu asla üzerine alınmadığından da eminim.
Peki ama 35 yıl sonra, kızım Lily’nin ilk karnesini, titreyen ellerimle açarken neden bu kadar gergin hissediyorum?
Milyonlarca ebeveyn gibi nasıl oluyor da çocuğumun başarılı olup olmadığı konusunda kendimi tamamen sorumlu hissedebiliyorum?
Bugün, spermin yumurta ile karşılaştığı ilk andan itibaren ana rahmi, çocuklarımızın ilk sınıfı haline geliyor. Doğmamış çocuklar daha kulakları bile oluşmadan ana rahminde klasik müziğe mahkum birer dinleyiciye dönüştürülüyorlar. Doğduklarından sonra da onlara uygun bir müfredat devreye giriyor: Tam olarak görmemelerine rağmen önlerine resimli kartlar koyuluyor, henüz konuşamamalarına rağmen dil derslerine kayıtları yaptırılıyor ve henüz yürümeye başlamadan yüzme dersleri başlıyor.
Bir zamanlar bir çocuğun herhangi bir konuda yeteneği olduğunda, buna “Tanrı vergisi” denirdi. Ama sonra Sigmund Freud, anne babaların çocuklarının nasıl insanlara dönüştüğünden – en azından psikolojik olarak – neredeyse tamamen sorumlu olduğunu ileri sürdü. Bunun üzerine İsviçreli psikolog Jean Piaget, çocukların, gelişimin tanımlanan aşamalarından geçtiğini ve “küçük bilim insanları” olarak görülebilecekleri fikrini geliştirdi.
“Çocuğumu nasıl daha zeki yapabilirim?” sorusu anne babalar üzerinde gittikçe baskı yaratmaya başladı ve ilk cevaplar minnetle karşılandı. Bu cevaplar adını muhtemelen hiç duymadığınız bir adamdan geldi ama fikirleri yine de çocuklarınızı nasıl yetiştirmeniz gerektiği konusunda üzerinizde derin bir etki yarattı.
1963 yılında, Amerikalı fizik terapisti Glenn Doman, Teach Your Baby to Read / Bebeğinize Okumayı Öğretin kitabını yazdı. Beyni hasarlı bebeklerin rehabilitasyonuna dayanan Doman’ın teorileri, bir bebeğin beyninin ilk yılda diğer tüm zamanlardan çok daha fazla büyüdüğü gözlemine dayanıyordu. Doman’a göre beyin, büyümenin yavaşladığı üç yaşına kadar mümkün olduğu kadar fazla uyarılmalıydı.
Doman daha da ileri giderek bebeklerin dünyaya, bilgiye aşırı aç geldiklerini ve yemek yemektense öğrenmeyi tercih ettiklerini söyledi.
Başından beri çok az sayıda uzman Doman’ın bebeklerin okuyabildiklerine dair iddialarını destekledi. Ancak yine de çok geç kalınmıştı. Bebeğinize Okumayı Öğretin kitabı 5 milyon adet sattı ve 20′den fazla dile çevrildi.
Çok erken yaşta eğitim trendi herkesi ele geçirdi ve bu trend 70′li yıllar boyunca giderek büyüdü. Ancak 80′li yılların başında psikologlar aşırı stresli çocuklarla ilgili pek çok durum bildirisinde bulundu.
1983′te Newsweek dergisinin yayımlanan bir araştırmaya göre bebekliğin yeni ABC’si şunlardı: “Kaygı, İyileşme ve Rekabet.”
Ebeveynlik kitapları artık emzirmenin ve bebek bakımının temellerine odaklanmıyordu. Onun yerine sayfalarında IQ’yu yükseltmek gibi konulara yer veriyorlardı. Çok satan kitaplardan biri olan “How to Have a Smarter Baby? / Nasıl Daha Zeki Bir Çocuk Sahibi Olunur?”, ebeveynlere eğer tavsiyelerini birebir uygularlarsa 30 puanlık bir IQ artışı vaat etti.
Doman bir bebek okuyucu jenerasyonu yaratma konusunda asla başarı kazanamamış olsa da başka bir konuyu kanıtlamayı başardı. Anne babaların kendilerine güvensizliklerinden ciddi bir servet kazanılabileceğini gösterdi herkese.
Bu atmosferin hakim olduğu bir dönemde, ben de ilk bebeğimi Bebek Einstein videolarının önüne oturtmuştum bile. Bebeğimi; Mozart’ın ksilofon yorumlarıyla dans eden lava lambaları, kurmalı oyuncaklar ve el kuklalarının sürreal bir karışımına bakarken yapayalnız bırakmıştım.
Sağduyu bana, bunun sadece bebeğimin kafasını karıştıracağını ya da uyumasına sebep olacağını söylemeliydi. Ancak ben, milyonlarca ebeveyn gibi, kızımın hayata harika bir başlangıç yapmasına katkıda bulunduğuma inanarak bu satış taktiğini bir güzel yuttum. Bu arada Bebek Einstein’ın piyasaya çıktığı ilk beş sene içinde her dört Amerikan ailesinden birisi en az bir adet bebek eğitimi videosu satın aldı. 2006 yılında Bebek Einstein markası sadece Amerika’da 540 milyon dolarlık bir satışa ulaştı ve markanın sahibi olan firmayı Disney satın aldı.
Ama ufukta problemler belirmeye başladı. Bazı araştırmalar, bu tür eğitim videolarının bir bebeğin yeteneklerini geliştirmesini sağlamayı bırakın, onlara engel bile olabileceğini iddia etmeye başladı. Eleştiriler dağ gibi büyümeye başlayınca, Disney ailelere para iadeleri önermeye başladı ve satışları düşüşe geçti.
Yine de bugün İngiltere’nin en büyük oyuncak üreticisi olan Toys R us’ın koridorlarında kısa bir gezinti yapmak bile bir anne babayı, bebeğini cebir için hazırlamanın asla erken olmadığına inandırmak için yeterli.
Mozart etkisi de kontrolden çıkmış durumda. Henüz ayaklarının bile kendilerine ait olduğunun farkında olmayan yeni doğan bebekler, bebek oyun gruplarında ayaklarıyla dev piyanoları tekmeleyerek müzik yapmaları için cesaretlendiriliyor.
Her şeyin hızla takip edildiği bu dünyada, bir atlama ipi gibi basit bir şey bile zaman çizelgesini öğreten ve renkli ışıkların yanıp söndüğü bambaşka bir oyuncağa dönebiliyor.
Nörobilimcilerin çoğu, eğitimsel oyuncaklardan ve videolardan umduklarımızın aşırı abartıldığını ve bulduklarımızın ise bir felaket olduğunu söylüyor. Onlara göre laboratuvar ile çocuk odası arasında bir yerde, bilim karmakarışık bir hale getirildi. Gerçekliğin zerreleri göklere çıkarılarak dev para tuzaklarına dönüştürüldü.
Üstelik sorun sadece eğitimsel oyuncakların işe yaramadığı gerçeği değil. Gittikçe artan sayıda uzman, bu oyuncakların çocukları, ucu açık ve hayali oyun sayesinde edinebilecekleri daha hayati becerileri kazanmak için ihtiyaç duydukları zamandan ve beyin alanından yoksun bıraktığı görüşünü benimsemeye başladı.
Bir çocuğu hiçbir uyaranın olmadığı karanlık bir odada bırakmanın beynini yeterince geliştirmeyeceği gerçeği doğru olsa da madalyonun diğer yüzü onları ne kadar çok eğitimsel uyarıya maruz bırakırsanız o kadar zeki olurlar değil maalesef.
Beyin uzmanı ve moleküler biyolog John Medina şöyle diyor: “Ne yazık ki bilginin az olduğu yerde mitler hızla çoğalıyor. Ve mitlerin insanı tuzağa düşürmek gibi bir etkisi var. Onca yıldan sonra bile bu ürünler hala raflarda ve kendilerinden şüphelenmeyen anne babaların pek de kolay kazanılmayan paralarını hala tuzağına düşürüyor.
Ama belki de anne babaların güvensizlikleri, hiçbir zaman özel ders kadar sömürülmedi. Bir jenerasyon önce özel ders, sınıftakilere yetişmeye çalışan ya da sınavlara hazırlanan az sayıda çocuk için koruyucu kalkan gibiydi.
Bugün ise yapılan araştırmalara göre İngiltere’de okula giden çocukların 4′te 1′i özel ders alıyor. Bu oran beş sene önce yüzde 18′di. Birebir dersten grup derslerine ve online hizmetlere kadar sadece İngiltere’deki pazar tahminen bir milyon çalışanı ile yılda 6 milyar dolara ulaşıyor.
Yine de pek çok anne baba özel dersin sihirli değnek olmadığını düşünüyor. Düşük özgüveni olan bir çocuğun, akademik özgüven olmamak gibi problemlerle nasıl baş edeceğini bilmeyen bir eğitmenle birebir ders yaptığını düşünün. Bu çocuk muhtemelen kendisiyle ilgili daha kötü hissedecek ve öğrenmeye karşı daha fazla direnç geliştirecektir.
Kusursuz bir “dahi çocukların cesur yeni dünyası”nı yaratmaktan oldukça uzak bir şekilde kaygılı ve depresif çocuklar üretiyoruz. Çocuklara, okulda kendilerini daha iyi hissetmelerine yardım etmek yerine, ödeve direnme, matematik kaygısı, okuma heyecanı eksikliği, düşük özgüven, uyku problemleri ve anne babalardan kopuş gibi riskli durumlara sebep olacak baskı dolu “kaplan ebeveynlik” rolünü seçiyoruz.
Pek çok anne baba hala şunu anlamayı reddediyor: Mücadele ettikleri bazı davranışsal problemler, pek çok çocuğun bugün hissettiği baskının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Pek çok çocuk ya başarılarına bağlı olarak sevgi gördüklerini düşünüyor ya da anne babalarını hayal kırıklığına uğrattıkları duygusundan kaçmak için onlardan kopuyorlar.
Ama bu sadece ebeveynlerin suçu değil. Onlar, hükümetler ve statü takıntılı okullar tarafından desteklenen rekabetçi bir kültürde çocuk yetiştiriyorlar. Yüksek eğitimin ve iş dünyasının bıçak sırtındaki dünyasında, çocuklarının başarılı olmalarına yardımcı olmak için asla yeteri kadar şey yapamadıkları konusunda sürekli korkutuluyorlar.
Ama artık ailelerin, çocukları için kaygısız bir çocukluğun geri gelmesini istemelerinin ve anne baba olmaktan tekrar zevk almalarının zamanı geldi. Sonuç olarak anne babalar, çocukları için ne istedikleri konusunda dikkatli olmalılar. Ebeveynlik başarısının gerçek ölçüsü sınav notları değil, mutluluk ve güven duygusu olmalıdır.
Kaynak: https://www.theguardian.com/lifeandstyle/2014/oct/04/we-need-stop-pushing-our-kids-parents