Okul çocuklarının filozof olmaları gerektiği fikri, okul yönetim kurulları, öğretmenler, ebeveynler ve filozoflar tarafından benzer şekilde alay konusu edilecektir. Kimileri çocukların felsefe yapıp yapamayacağını sorgulayacaktır. Kimilerinin ise konuya aşinalığı tamamen tesadüfi olduğu için muhtemelen bunun yararsız ötesi bir şey olduğunu düşünecektir.
Oysa bu yaklaşımların her ikisi de gerçeklikten tamamen uzak. İşin aslı, hem çocuklarımızın hem de toplumumuzun bir bütün olarak gelecekteki iyiliği için hiçbir şey çocuklarımızın filozof olmayı öğrenmeleri kadar önemli olamaz.
Çocuklara felsefeyi, üniversitede karşılaşacakları şekliyle öğretmemiz gerektiğinden bahsetmiyorum. Ergenlerin, Platon’un idealar kuramı ya da Kant’ın zorunluluk kategorisi üzerine yazılmış tezlerin derinlerine inmelerine ihtiyaçları yok. (Bu tür bir çalışma da çok değerli bence ve bir şekilde lise eğitimine dahil edilmeli. Ancak bu başka bir yazının konusu.) Benim kafamdaki şekliyle felsefe, filozof John Dewey’in deyimiyle, sınıfı toplumun “embryo haline” dönüştürerek çocukların daha iyi birer yurttaş olmalarını sağlıyor.
Bunun neden çok önemli olduğunu anlamak için politik söylemlere bakmanız yeterli. Ayrımcılık, ötekileştirme, ırkçılık, ekonomik eşitsizlik, şiddet, ulusal ve uluslararası terör ve benzeri sorunlara yönelik yapılan konuşmalar, yetişkin olarak yaşadığımız “fonksiyon bozukluğunun” açık bir göstergesi.
Pew Araştırma Merkezi’nin Amerikan toplumuna yönelik yaptığı bir araştırmanın sonuçları, rahatlıkla Türkiye’ye de uyarlanabilecek durumda. Raporda, toplumdaki politik kutuplaşmaya yönelik şunlar söyleniyor:
“Cumhuriyetçiler ve Demokratlar ideolojik çizgiler açısından iyice bölünmüş durumdalar. Partililerin, partiler arası nefreti, son yirmi yılda hiç olmadığı kadar derinleşti ve yaygınlaştı. Bu eğilimler, hem politikada hem de günlük hayatta kendini sayısız şekilde gösteriyor.”
Sanırım çoğumuz toplumun gerekli bir uzlaşma olduğunun bilincindeyiz. Eleştirel düşünme ve etkili iletişimin, toplumun “başarısı” için en temel erdemler olduğu fikrine gönülden inanmasak bile en azından destek vermeliyiz. Ve yaşlandıkça, çoğumuz yeni bilgilere, yeni bilimsel kanıtlara ve yeni fikirlere çok daha az açık olma eğilimine giriyoruz. Ama gerekli erdemleri çocuklarımıza eğitim (ilkokul, ortaokul ve lise) yoluyla aşılayabiliriz ve aşılamalıyız da.
“Güçlü çocuklar yetiştirmek, sorunlu yetişkinleri onarmaktan daha kolaydır” diyor Frederick Douglass. Konuya bu açıdan bakarsak, çocuklarımızın filozof olmaları bir zorunluluktur.
İnsanlar “felsefe” kelimesini duyduklarında, akıllarına ilk olarak bir dizi rehber ilke ya da genel bir dünya görüşü gelebilir. Emekli bir general vatansever bir felsefeyi savunurken, bir rap şarkıcısı hayata karşı tamamen farklı bir tutumumuz olması konusunda bizi teşvik ediyor olabilir. Ancak akademik felsefe, hayatın büyük soruları ile ilgili kavramları ve görüşleri netleştirmek ve analiz etmekle uğraşan bir sosyal bilimler disiplinidir.
Temel odak, sorular sormaktır, çünkü Sokrates’in dediği gibi felsefe merakla başlar. Sadece kendimize soru sormayız. Başkalarına yani toplumumuzu oluşturanlara da sorular sorarız. Felsefenin, insanın bol bol oturup kendi kendine düşünmesini gerektirdiği doğrudur. Ama bakın Amerikalı filozof Matthew Lipman ne diyor:
“Felsefe merakla başlar ve anlamayla sonuçlanır ya da hatta az da rastlansa, bilgelikle. Ancak bu süreç boyunca sıkı ve yorucu bir etkinlik gerekir. Bu etkinlik genelde diyalog şekline gerçekleşir.”
Diyalog anahtardır çünkü ancak o zaman varsayımlarımıza, akıl yürütmelerimize ve vardığımız sonuçlara meydan okunabilir. Ancak o zaman daha iyi düşünmeyi öğrenebiliriz. Ve sıkı entelektüel diyaloglar yoluyla iyi birer düşünür olma sürecinde çocuklarımız aynı zamanda iyi birer yurttaş da olabilirler.
Lipman, 1960’larda Columbia Üniversitesi’nde felsefe öğretirken öğrencilerinin dünyayı değiştirme konusunda son derece tutkulu olduklarını ama sağlam akıl yürütme ve iyi muhakeme becerilerinin eksik olduğunu gördüğünü söylüyor. Lipman, düzgün düşünmeyi öğrenmek için üniversitenin biraz geç olduğunun da farkına vardığını söylüyor. Ve tam da bu amaçla Çocuklar İçin Felsefe hareketini başlatıyor.
1980’lerin başında, Lipman’ın yeni müfredatının sonuçları oldukça umut verici ve aynı zamanda çok önemliydi: Çocuklar hevesle felsefe yapıyorlardı. İlk kez, çocukların bir anlamda filozof olabileceklerine dair (prensipte de olsa) bir kanıt vardı.
Çocukların doğuştan filozof olduğunu iddia eden Stephen Law şöyle diyor:
Felsefi konular hakkında felsefi tartışmalar yapanlar – uzmanların ustalığında bir performans göstermeseler bile – gerçekten de felsefe yaparlar. Bu disiplinin kurallarına ve standart uygulamalarına uydukları takdirde herkes, hatta çok çok küçük çocuklar bile felsefe yapar.
Çocuklar İçin Felsefe pedagojisini ortaya koyan Lipman’dan itibaren bütün diğer filozoflar önceliği her zaman diyolağa verdiler. Bu model içinde çocuklar, yaparak öğrendikleri bir tür felsefi çıraklık döneminden geçiyorlar. Öğretmenin görevi, öğrencilerin sorgulamalarına rehberlik etmek, akıl yürütmelerinin niteliğine dikkat etmelerini ve eşitlik ve karşılıklı saygı şartlarını yerine getirdiklerinin farkına varmalarını sağlamak.
Çoğulcu toplumlarda ya da toplumsal kutuplaşmanın yoğun olduğu toplumlarda, felsefeyi eğitimin bir parçası haline getirmek toplumun gelişimi açısından umut verici bir yaklaşım olabilir. Çocukların tıpkı filozofların kendi fikirlerini başkalarıyla tartışmalarındaki gibi katılımcı toplumsal bir tavrı deneyimlemeleri (ve evet bundan keyif almaları!), sosyal ve politik hayatta ortaya çıkan sayısız konuyu değerlendirebilmelerini sağlayacaktır. Ve kendileriyle aynı fikirde olmayanlarla, onlara mümkün olduğunca saygı göstererek iletişim kurmalarına yardım edecektir.
Eğer ikinci sınıftaki çocukları birer Sokrates’e dönüştürmek konusunda başarılı olamazsak, çocuklarımız yetişkin olduklarında hayatlarını kazanmak konusunda birer uzman olsalar da sivil bir toplum yaratma konusunda yetersiz kalacaklardır.