Albert Einstein’ın okulda derslerinin iyi olmadığından söz edilir ama davranışlarının da kötü olduğu pek bilinmez. Einstein sınıfın arka sıralarında oturur, öğretmene sataşırdı, saygısızdı, sınıf düzenini bozardı. Her şeyi sorguluyordu. Nihayet ya düzelmesi ya da okulu bırakması söylendi, o da okulu bıraktı. Evet, Einstein liseyi bırakmıştı ama insanlık tarihinin en büyük düşünürlerinden biri oldu.
Einstein’ın başarılarının istisna olduğu söylenebilir. Ya da çok akıllı olduğu için okulun onu zorlamadığı, bu yüzden kötü davrandığı sonucuna varılabilir ki bu kısmen doğru da sayılabilir. Ama ya Einstein’ı farklı kılan şey onun zekâsı değil de asi yapısıysa? Ne de olsa dünya akıllı insanlarla dolu ama çok azı onun kadar başarılı olabiliyor.
Sınıfımda tam böyle bir öğrenci var şimdi. Öğrencim çok parlak, yaratıcı bir yazar. Ona kendi kendine okuması için entelektüel açıdan zorlayıcı kitaplar, makaleler ve yazarlar veriyorum çünkü bana sık sık sorduğu ve cevaplayamadığım entelektüel soruların cevaplarını ona verdiğim kaynaklarda bulacağını biliyorum. Gerçekten de kitabı bana bir iki gün içinde baştan sona okunmuş, pek çok sayfası işaretlenmiş olarak geri getiriyor.
İki dersten kalıyor ama gece geç saatlere kadar oturup kısa öyküler yazdığı için okula yorgun ve sinirli geliyor. Angarya olduğunu düşündüğü işlere gözlerini devirerek bakıyor, sınıfta özellikle sırtını bana dönerek oturuyor, ben derse başladıktan sonra bir süre daha arkadaşlarıyla sohbet etmeye devam ediyor. Derste verdiğim alıştırmaları yarım yamalak tamamlıyor, tamamlasa bile onu sürekli dikkatini toplaması ve diğer öğrencilerin dikkatini dağıtmaması için uyarmak zorunda kalıyorum.
Kısacası öğrencim beni çok yoruyor. Ama geçen dönem benimle görüşmeye gelen babasının endişeli yüzünü görünce ona doğru olduğuna inandığım şeyi söyledim: Oğlu iyi olacaktı. Aslında ona, oğlunun günün birinde diğerlerinin arasından sıyrılacağını, sevdiği bir işte çalışacağını çünkü tutkulu, istekli, parlak ve müthiş özgür ruhlu olduğunu söyledim. Öğrencim beni yorsa da ileride saygı duyacağım bir yetişkine dönüşecekti.
Eğitimci olduğum yıllar boyunca en çok hayranlık duyduğum meslektaşlarım da benzer tanıma uyanlardı. En sevdiğim meslektaşlarım okul müdürlerine zor sorular soran, statükoya dayanamayan ve öğrencilerinin daha iyi bir eğitim alması için gerekiyorsa kuralları yıkan öğretmenlerdi. Pek çok insan böyle yetişkinlere hayranlık duyarken öğrencilerin tam tersi olması beklenir genellikle. Söz almadan konuşmayan, yerinde uslu uslu oturan, ödevlerini sorgusuz sualsiz yapan öğrenciler sistemden en çok yararlanan ve sınıftaki en güçlü “çalışma ahlâkına” sahip öğrenciler olur. Öğrenci davranışlarına ilişkin öğretmen beklentileri ve algıları üzerine yapılan bir araştırmada pek çok öğretmen öz denetim ve iş birliğinin okul başarısının en önemli göstergesi olduğunu belirtti.
Öz denetime sahip, sus deyince susan, yapmaları söylenen şeyi iş birlikçi bir şekilde hemen yapan öğrencilere öğretmenlik yapmanın kolay olduğunu doğrulayabilirim. Pek çok öğretmen gibi ben de bu davranışları ödül ya da övgüler yoluyla tasdik ettim. Ama aynı zamanda bazen, iş birliğine yanaşmayan, disipline sokulmayan hatta kaba öğrencilerin çok güçlü liderler olabildiğini gördüm. Aslında yenilerde yapılan bir araştırmada kurallara uymayan çocukların ileride akademik açıdan çok başarılı olmaya ve daha sonrasında iyi kazanan yetişkinler olmaya yatkın olduklarını gösterdi. Diğer öğrenciler bu tür öğrencilerin cazibesine kapılıyorlar gibi duruyor. Bu yüzden insanlar “sınıfın soytarısından” hayranlıkla söz ederler, asinin davranışları zarar verici olsa bile asi kişilik merak uyandırır,
Geçenlerde bir radyo programında bir yetkilinin, iş dünyası için belli becerileri geliştirmenin öneminden söz ettiğini duydum. Yetkili; düzgün el sıkışmanın, randevulara on dakika erken gelmenin ve bir “takım oyuncusu” olmanın önemini anlamanın meziyetlerini anlatıyordu. Onu dinlerken bu özelliklerin hayranlık duyulacak özellikler olduğunu ama daha eski kuşaklara ait olduklarını düşündüm, babam benim böyle olmam için çırpınırdı ve ben genellikle dikkate almazdım. Aslında radyodaki konuşmacı haksız sayılmaz, “işine bağlı” ve “uzlaşmacı” kimseler iş yerinde genellikle daha başarılıdır. Ama belki de asıl problem, insanların uysal çalışan profiline uyup uymamasından ziyade, başarının farklı şekillerde tanımlanabilmesindedir. Herhalde pek çok insan okulu bıraktığı için Einstein’ın başarısız olacağına inanıyordu ama şimdi bunu kimsenin söyleyebileceğini sanmıyorum.
Başarı tanımı algıya göre değişebiliyorsa etik kelimesinin tanımı da değişebilir. 2000 yılından sonra doğan kuşak, çalışma ahlâkını geleneksel çalışanların alışık olduğu tarzdan daha farklı tanımlıyor. Örneğin, işe hazır gelmek iş sahiplerinin yüzde 23’ü ve işe eleman alan kimselerin yüzde 18’i için “iş ahlâkı” olarak tanımlanırken üniversite öğrencilerinin sadece yüzde 9’u durumu böyle değerlendiriyor. Kurallara uymayan genç kuşakların değerli olabileceğini gösteren Silikon Vadisi anlayışıyla birlikte iş ahlâkı ve başarı tanımları evrilse de işe en son alınan ve işten ilk çıkarılan genellikle 2000 yılından sonra doğan kuşak oluyor. Belki de asıl işyeri sahiplerinin bu yeni kuşağa uyum sağlaması gerekiyor.
Adam Grant, Orginals adlı kitabında, statükoya karşı çıkarak dünyayı değiştiren Einstein gibi özgün düşünürlerden örnekler veriyor. Grant, yapılacak işleri erteleme, sürekli işe geç kalma ve otorite figürleriyle zıtlaşmanın aslında özgün düşünürlerin önemli özellikleri olduğunu belirtiyor. Eminim radyoda dinlediğim konuşmacı Einstein’ın okuldaki davranışlarının iyi olmamasına bozulurdu. Ama dünyayı en çok değiştirenler genellikle asilerdir.
Birkaç yıl önce, daha önce bahsini ettiğim şu anki öğrencim gibi bir öğrencim olmuştu, sınıfta korkunçtu. Kabaydı, saygısızdı, dersle ilgisi yoktu. Bütün enerjisini derste arkadaşlarını eğlendirmeye harcıyor ve öğretmen olarak beni çok yoruyordu. Başının derde girmesi de umurunda değildi; cezaya bırakılmak, okuldan uzaklaştırılmak, her gün müdürün odasına gönderilmek davranışlarının düzelmesi üzerinde hiç etkili olmuyordu. Onca emek, çaba ve samimi konuşmaların işe yaradığını ve öğrencimin birdenbire yüksek notlar alan harika bir öğrenciye dönüştüğünü söylemek isterdim ama böyle olmadı. Öğrencim en başından, okulun son gününe kadar bütün meslektaşlarım için çok zordu.
Ama bu öğrencim daha sonra beni sosyal medya üzerinden bularak liseden sonra olgunlaştığını, üniversiteye girdiğini, okulundaki tiyatro bölümünün sahnelediği oyunlarda oynamaya başladığını yazdı. Daha sonra okuldan mezun olmuş ve şimdi gençler için drama kampları düzenliyormuş. Bu beni hiç şaşırtmadı: O zamanlar okulun tiyatro yönetmeni olarak onun sahnede ve sırada çok farklı olduğunu görürdüm. Sınıfta okuma tiyatrosu yaptığımız günlerde daha iyi davranırdı. Aslında kötü bir çocuk değildi, oyuncuydu. Yine de öğrencimin geleceği için endişelenirdim. Aslında onun başka bir okula geçmesini isterdim çünkü hepsini bir arada götüremiyormuş gibiydi ve benim işimi zorlaştırıyordu.
Şimdi problemin onda olmadığını görüyorum. Problem sosyal davranışlar konusundaki geleneksel beklentiler ve başarının bunlara göre tanımlanmasındaydı. Geleneksel düşünmenin bir eğitimci olarak üzerimdeki etkisi ona bakışımı şekillendirmişti.
Öğretmenlik, çocukların ileride özgün düşünürler olmasını sağlayacağını umarak zorlayıcı ve küstah davranışlarını yüreklendirmeden de yeterince zor ama yine de öğretmenlerin sınırları belirleyerek öğrencilerini yüreklendirmelerinin yolları var mutlaka. Öğretmenler sınıfın soytarısı ve asisi konumundaki öğrencilerine yardım edebilmek için, öğrencilerin güçlü yönlerine odaklandıkları sınıf ortamları yaratabilir, böylece onlara olumsuz yaklaşmak yerine öğrencilerinin yeteneklerine değer verip onları olumlu bir şekilde yeniden biçimlendirebilirler. Eski öğrencimde olduğu gibi bunu her gün yapmak mümkün olmayabilir ama onu yönlendirebilmek için tiyatroyu derslerime katmanın yollarını bulmuştum. Böylece ona hem sınıf dışında hem de sınıfta rolünü sergileyebilmesi için fırsatlar vermiştim. Sanırım bu şekilde onun doğal yeteneklerinin ve dürtülerinin olumlu bir şekilde ortaya çıkabilmesi için ona yol göstermiş oldum.
Asi öğrencilerin hem sınıfta hem de sınıf dışında tehlikeli olabileceği inkâr edilemez. İsyanın yıkıcı bir doğası vardır. Kurallara uymayan öğrenci olumlu bir öğrenme ortamını bozabilir. Tehlikeli asilere kucak açmanın başka olumsuz etkileri de vardır. Yine de, öğrencinin bu asi tavırları kendisine pek çok yandaş da kazandırabilir. Bu küçük asilerin, yazılar yazan öğrencimde ya da tiyatroyla uğraşan eski öğrencimde olduğu gibi olumlu hareket alanları sağlandığında, ileride toplumun sırtına yük olmayıp tam tersine topluma faydalı olacaklarını görüyorum.
Sınıfın soytarısı ve arka sıra haylazı da olsalar, öğretmenler ve okul için problem de çıkarsalar bu öğrencilerin genellikle, her zaman öğretilemeyecek becerileri vardır. Cesur, kendini ifade eden, kararlı ve yaratıcı insanlar olabilirler. Harika öğrenciler ya da “çok güçlü el sıkışan” çalışanlar olmayabilirler ama ilerlemeleri için başka insanlara yeni yollar açabilirler. Bir öğretmen ve ebeveyn olarak böyle insanların ortaya çıkmasına yardım etmek istiyorum. Randevusuna zamanında gelmese de geldiği zaman masaya olumlu ve özgün bir şey koyabilecek insanlar olmalarını sağlamak istiyorum.
Kaynak: https://www.theatlantic.com/education/archive/2017/05/the-case-for-the-rebel/525147/