Araştırma bulguları açık: Anaokulunda akademik eğitimin uzun vadeli bir faydası bulunmuyor. Aksine uzun vadeli zararlara yol açabiliyor. Zenginle yoksul arasındaki eğitim uçurumunu ortadan kaldırmıyor ki anaokulu eğitiminin temel nedenlerinden biri bu. Birinci sınıftaki sınav notlarını biraz artırıyor fakat üçüncü sınıfta bu fayda kayboluyor ve en iyi araştırmalardan bazılarına göre akademik başarı odaklı anaokullarına giden çocuklar dördüncü sınıfa geldiklerinde, oyun tabanlı anaokullarından daha kötü durumda oluyor (Hem akademik hem de sosyal ve duygusal olarak).
Anaokulu öğretmenlerinin görüşleri de net. Son birkaç yılda çok sayıda okul öncesi eğitim konferansına konuşmacı olarak katıldım. Her birinde öğretmenlerden, oyundan mahrum bırakılıp giderek daha fazla oranda “masabaşı işi” yapmaya zorlanan mutsuz çocuklarla ilgili hikayeler dinledim. Ayrıca anaokulu öğretmenlerinden sık sık uygulamak zorunda bırakıldıkları eğitim politikalarının çocuklara verdiği zarar nedeniyle istifa eden ya da erken emekli olan öğretmenlere ilişkin hikayeler de duyuyorum. En iyi öğretmenlerimizi kaybediyoruz çünkü onlar neler olduğunun en çok farkında olan ve buna en az müsamaha gösteren öğretmenler.
Öyleyse çocukları çok şey öğrendikleri oyundan ve eğlenceli grup etkinliklerinden mahrum bırakma ve pek az şey öğrendikleri sığ ve anlamsız akademik çalışmalara maruz bırakma eğilimimizi neden sürdürüyoruz? Cevap sanırım eğitim politikalarını belirleyen politikacıların ve bunu dayatan pek çok yöneticinin çocuklar hakkında çok az şey bilmeleri. Ayrıca şu iki insan grubuna hiç kulak vermemeleri: Çocuk gelişimi üzerine araştırma yapanlar ve uygulanan politikaların çocukları nasıl etkilediğini doğrudan gören öğretmenler.
Öğretmenler bir zamanlar çocukların farklı bireysel ihtiyaçlarına cevap vermek adına sınıfta yaptıklarını çeşitlendirmek için deneyimlerini, kendi inisiyatiflerini ve sağduyularını kullanırlardı. Ama bugün öğretmenler, geçici eğitim politikalarını uygulayan birer araç olarak görülüyor. Şundan bu kadar saat, bundan bu kadar saat, çocuğun ilgi ve eğilimlerine bakılmaksızın her şey bütün çocuklar için aynı… Çocuklar birer birey olarak değil, veri olarak görülüyor. Bu, Birleşik Devletler’in ünlü eğitim mottoları “Hiçbir Çocuk Geri Kalmasın” ve “Zirveye Yarış”ın özetidir.
Zirve için mücadele, eğitim için ne korkunç bir metafordur. Bir yarış? Herkes aynı pistte ve ne kadar hızlı gidebileceklerini göreceğiz, öyle mi? Ne için yarış? Zirveye? Neyin zirvesine? Eğitim bir yarış değil, salına salına yürümektir. Gerçek eğitim sadece herkes kendi yolunda rahatça yürüdüğünde olur.
Ne olduğunun farkında olan öğretmenler, bireysel olarak değil de birlikte, birleşmiş bir güç olarak bu durumu protesto edebilseler neler olur diye her zaman merak ettim. Bu nedenle geçen Temmuz’da Massachusetts, Brookline’da 34 devlet anaokulu öğretmeninin 27’sinin imzaladığı ve Brookline Okul Komitesi toplantısında yüksek sesle okudukları mektuptan büyük heyecan duydum.
İşte o mektuptan bazı satırlar:
“Biz kariyerimizi 5 ve 6 yaşındaki çocuklara eğitim vermeye adadık ve mevcut bazı uygulamaların öğrencilerimizin sosyal ve duygusal gelişimleri üzerinde kalıcı olumsuz etkiler bıraktığını görüyoruz.
90 dakikalık okuma ve yazma blok ders programı, oyun tabanlı öğrenme ve sosyal-duygusal gelişim fırsatlarından mahrum kalmak pahasına uygulanıyor. Bu eksikliğin etkilerini görüyoruz. Anaokulu öğrencilerimizin pek çoğu okul kaygısıyla mücadele ediyor, çünkü onlardan okumayı öğrenmelerinin beklendiğini biliyorlar. Onların o sevimli seslerinin bize şunları söylediğini duymak artık bizim için sıradanlaştı: “Nasıl okunacağını bilmiyorum. Okumaktan nefret ediyorum. Okuldan nefret ediyorum, hiçbir şeyde iyi değilim.” İşte bu bizim en büyük endişemiz.
Beş ve altı yaşındaki çocuklar üzerindeki mevcut akademik baskı, anaokullarımızdaki öğrencilerin öz düzenleme, bağımsız ve yaratıcı olma becerilerinde sorunlar yaşamalarına sebep oluyor. Araştırmalar küçük öğrencilerin oyun için zamana ihtiyaç duyduklarını gösteriyor. Fakat Brookline’da, akademik talepler nedeniyle, oyun tabanlı öğrenme süreleri azaltıldı ve bazı günlerde bütünüyle kaldırıldı. Anaokulu öğretmenleri olarak, oyunun anlamsız olmadığını biliyoruz: Oyun beynin yapısını ve fonksiyonunu geliştirir ve öz yönetim becerisini destekler. Tüm bunlar hedeflerimizin peşinden gitmemizi ve dikkat dağıtıcı unsurları göz ardı etmemizi mümkün kılar. Oyun, çocukların sabırlı olmayı öğrenmesine yardımcı olur, dikkati artırır ve duyguları yönetmeyi öğretir.
Küçük çocuklar hareket etmeli ve keşfetmeliler. Uzun süre oturan pek çok çocuk gerginlik ve kas krampları yaşar ve yıkıcı davranışlarda bulunur. Okullarımızda dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ve davranış sorunları yaşayan çocukların sayısının arttığını gördük ve bunun neden olduğunu biliyoruz. Fakat biz sorunu iyileştirmek yerine daha kötüleştiren şeyler yapıyoruz.
Çocuklarımızın öğrenmeyi derinden sevdiklerini, birer öğrenen olarak kendi becerilerine güvendiklerini, sosyal ve duygusal becerilerini güçlendirdiklerini, akranları ve öğretmenleriyle derin ilişkiler geliştirdiklerini ve öğrenci topluluğunun bir parçası olarak, okula gelmek için her gün heyecan duyduklarını düşünelim. Öğretmenlerin zamanlarını doğrudan öğrencilerle çalışarak, onlarla güven ilişkisi kurarak ve öğrencileri bir bütün olarak görüp onların ihtiyaçlarına yönelik öğretmenlik deneyimleri yaşadıkları bir sınıf hayal edelim.
Oyunun eğitici gücünün okulumuza geri geldiği bir gelecek hayal edin. Hiç şüphe yok ki öğrencilerimiz en iyi, keşfetmelerini, bağlantılar kurmalarını, bazı temel bilgileri edinmelerini ve problem çözme becerilerini geliştirmelerini sağlayan oyun ve gerçek tecrübeler aracılığıyla öğreniyor. Oyun öğretmenin rehberliğinde bir amaca yönelik oynanabilir fakat çocukların aynı zamanda öğretmenlerinin yönlendirmesi olmaksızın serbestçe keşfettikleri zamanların da olması gerekiyor.
Okulumuz, çocukların empati duygusunu geliştirmek için başkalarıyla ilişkileri keşfettikleri bir yer olabilir. Çocukların akranlarıyla dostane ve saygılı bir diyalog kurmada ustalaştıkları bir yer olabilir. Fikirlerini savunmayı ve problemleri çözmeyi öğrendikleri bir yer olabilir. Öğrencilerin hata yapmayı ve yollarını bulmak için tekrar denemeyi öğrendikleri bir sınıf hayal edin.”
Bir dilekçe ile desteklenen mektup 500’den fazla Brookline velisi tarafından imzalandı. Mektup, yerel olduğu kadar, The Washington Post’taki yazı gibi ulusal medyada da yayınlandı. Bir etkisi oldu mu?
Mektup sayesinde küçük değişimler yaşandığını ancak genel olarak çok az şeyin değiştiğini öğrendim. Anaokullarında her gün bir saatlik teneffüs talebi reddedilmişti. Blok dersler ise halen devam ediyor.
Bu yazı Mia Anaokulları sponsorluğunda yayınlanmaktadır.
(Kısaltılarak çevrilmiştir.)