Leigh Robinson, okuldaki öğle tatilinde dışarıda yürüyüşe çıkmışken okul müdüründen bir telefon geldi. Sınıfta “aşırı” hareketlerde bulunmasıyla bilinen üçüncü sınıf öğrencisi Will, oyun alanında kontrolden çıkmıştı. Kemerini çıkarmış ve etrafa sallamış ve herkese hırlamıştı. Teneffüsteki öğretmenler birine zarar vereceğinden endişe etmişlerdi. Will’in yardımcı-rehber öğretmeni olan Robinson, telefon gelince hızlıca okul bahçesine geri döndü.
Will “o çocuk”tu. Her okulda onlardan birkaç tane olur: Sürekli başı belaya giren ya da kendisi belaya sebep olan o çocuk. Yerinde oturamayan ve öfke patlamaları yaşayan ve bir öğretmenin hayatını cehenneme çevirebilecek olan o çocuk. Diğer çocukların teneffüste çıkan bir kavga için suçladığı o çocuk. Will de o çocuklardan biri olduğunu biliyordu. Birinci sınıftan beri okula, bir sınıf arkadaşıyla ya da öğretmeniyle yaşayacağı bir sonraki sorun yüzünden endişeli, sürekli savunmada ve hazırlıklı olarak geliyordu.
“Okuldan hapisaneye giden uzun ince yol” ifadesi, Amerikan devlet okullarının Will gibi çocuklar üzerinde nasıl bir başarısızlığa uğradığını tarif etmek için yaratıldı. Asi davranışı düzeltilemeyen bir birinci sınıf öğrencisi, okuldan uzaklaştırmalar alan bir beşinci sınıf öğrencisine, ardından kendi kafasına göre ilaçlar kullanmaya başlayan bir sekizinci sınıf öğrencisine, sonra lise terk bir öğrenciye ve en sonunda 17 yaşında bir eski hükümlüye dönüşür. Her ne kadar günümüz öğretmenleri “sosyal ve duygusal gelişime” duyarlı olacak şekilde eğitilseler de ve okullar bilişsel ve gelişimsel sorunlar yaşayan çocukları normal sınıflara kaynaştırmayı vaad etseler de, ne zaman bir çocuk “aşırı” davranışlarda bulunsa psikolojideki tüm bu gelişmeler çöpe atılır. Çünkü öğretmenler ve okul yöneticilerinin hala ezici bir çoğunluğu modası geçmiş ödül ve ceza sistemine güveniyor. Ve hala kırmızı-sarı-yeşil kartları, davranış çizelgelerini ve ödülden uzaklaştırmaya ve okuldan atmaya kadar bütün klasik yolları kullanıyorlar.
En zorlayıcı çocuklarla nasıl baş edeceğimizin kökleri B.F. Skinner’ın 20. yüzyılın ortalarında ortaya attığı felsefesine dayanıyor: İnsan davranışı sonuçlarına göre değerlendirilir ve kötü davranış cezalandırılmalıdır. (Bunu da ilk olarak Pavlov köpekler üzerinde anlamıştır.) Amerikan Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre 2011-12 eğitim-öğretim yılında 49 milyon K-12 öğrencisi arasında 130 bin okuldan atılma ve 7 milyon (her yedi çocuktan biri) okuldan uzaklaştıma gerçekleşti. Ayrıca Amerikan okullarında her yıl 15 milyon fiziksel ceza vakası görüldüğü tahmin ediliyor.
Ancak sonuçların da sonuçları var. Çağdaş psikolojik çalışmalar şöyle diyor: Bu standart disiplin yöntemleri çocukların davranış problemlerini çözmediği gibi genelikle onları daha da kötüleştiriyorlar. Kısa vadeli hedefler uğruna (sınıfta anlık huzur) uzun vadeli hedefleri (öğrenci davranışının tamamen iyileşmesi) feda ediyorlar.
Örneğin Rochester Üniversitesi psikologlarından Ed Deci, öğrencilerinin davranışlarını kendi kendilerine kontrol etmelerine yardımcı olmak yerine kendisi kontrol etmeyi hedefleyen öğretmenlerin, motivasyon için en gerekli olan unsurları (özerklik, yapabilme duygusu ve başkalarıyla ilgili olma kapasitesi) yok ettiğini buldu. Bu, uzun vadeli başarı için gerekli bir beceri olan kendini kontrol etmeyi öğrenme konusunda zorlanıyorlar anlamına geliyor. Stanford Üniversitesi’nden gelişimsel ve sosyal psikolog Carol Dweck, ödüllerin bile – altın yıldızlar ve benzerleri – çocukların motivasyonunu ve performansını düşürdüğünü ortaya çıkardı. Çünkü ödül nedeniyle öğrenci, öğrenmenin içsel ödülleri yerine öğretmenin ne düşündüğüne odaklanıyor.
2011 yılında yapılan bir araştırmada Texas A&M Üniversitesi araştırmacıları yaklaşık 1 milyon okul çocuğunu 6 yıldan uzun bir süre boyunca takip etti. Araştırmacılar, küçük suçlardan dolayı – kısa süreli kavgalar ya da telefon kullanımı gibi- okuldan uzaklaştırılan ya da atılan çocukların, ceza aldıktan sonra bir yıl içinde çocuk adalet sistemiyle tanışmaya akranlarına göre üç kat daha fazla meyilli olduklarını buldu. (Ayrıca siyahi çocuklar, benzer kural ihlallerinde Latin ya da beyaz çocuklardan yüzde 31 daha fazla cezalandırılıyorlardı.) “Karşı gelme-karşıt olma bozukluğu”, dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve çok küçük çocukların genellikle bir travmanın sonucu olarak başkalarıyla düzgün ilişki kuramamasına ve onlara bağlanamamasına sebep olan “reaktif bağlanma bozukluğu” gibi davranışsal problem teşhisi koyulmuş çocuklar, en fazla disiplin verilmek istenen çocuklardı.
O zaman şu soruları sormamız gerekiyor: En zorlu çocuklara en sert muameleyi göstermek akla yatkın bir şey mi? Ve acaba kronik olarak yaramazlık yapan çocuklara, aslında çoğu durumda isteseler de “uslu” duramadıkları halde sanki öyle olmak istemiyorlarmış gibi mi davranıyoruz?
Bu sorular önemli, çünkü çocuk hapisanelerinden ilkokullara kadar pek çok yerde disiplinde devrim yaratmaya başlayan dikkat çekici bazı araştırmaların merkezinde yer alıyorlar. Harvard’da ders veren psikolog Ross Greene, zorlayıcı çocuklarla uğraşan ebeveynler ve eğitimciler arasında “kült” olabilecek bir sistem geliştirdi.
Greene’in disiplin yöntemi özellikle davranışsal problemleri olan çocuklar için geliştirildi. Bu model, çocuk psikiyatri kliniklerinde kullanılarak mükemmelleştirildi ve çocuk cezaevlerinde “sağlam” bir şekilde test edildi. Ve 2006 yılında tek tük devlet okulunda ve özel okulda uygulanmaya başladı. Şu ana kadar elde ettiği sonuçlar oldukça çarpıcı: Uygulandığı okullarda disipline sevk, uzaklaştırma ve akranına saldırganlık olaylarında yüzde 80 gibi muhteşem bir düşüş kaydedildi. “Bu çocuklarda hiç de işe yaramayan şeyleri onlara yapmaya devam ettikçe onları kaybedeceğimizi gayet iyi biliyoruz” diyor Greene. “Sonunda aşırı “düzeltilen”, aşırı yönetilen ve aşırı cezalandırılan bir dolu çocukla başbaşa kalıyoruz. Davranışsal olarak zorlayıcı olan çocuklarla çalışmış olanlar bu çocukları çok iyi tanırlar: Onlar cezaya karşı alışkanlık kazanmışlardır.”
Greene’in eğitim felsfesine göre bir çocuğu sınıfta bağırdığı için ya da sürekli sırasından dışarı atladığı için cezalandırmamalısınız. Çocukla önce yaptığı taşkınlığın sebeplerini anlamak üzere konuşmalı (mesela söylemek istediği şeyi unutacağından mı endişe ediyordu?) ve sonra bir daha kendini bu şekilde hissettiğinde kullanabileceğiniz alternatif yöntemler üzerinde beyin fırtınası yapmalısınız. Amaç problemin köküne inmek, bir çocuğa beyninin çalışma şeklinden dolayı disiplin vermek değil.
“Ceza yerine problemi çözmeye odaklanmak, başarılı disiplinin anahtarı olarak görülüyor artık” diyor Indiana Üniversitesi psikologlarından Russell Skiba.
Eğer Greene’in yaklaşımı doğruysa, o zaman ödül, ceza ve sonuçları hakkında tartışmalar yürütmeye devam eden eğitimciler tamamen yanlış bir konu üzerindeler. Sonuçta davranışlarını kontrol etmek için gereken beyin fonksiyonlarını henüz kazanamamış bir çocuğa ceza vermek neye yarar?
Öğretmeni Leigh Robinson nefes nefese okulun oyun alanına vardığında Will’in elinde hala kemer vardı. Okul öncesi dönemden başlayıp üçüncü sınıfa kadar öğrencisi olan bu okul, Greene’in yaklaşımını deneyen ülkedeki birkaç yüz okuldan birisi.
Will aktif, zeki, konuşkan ve dışarıda oyun oynamayı seven bir çocuk. Ama aynı zamanda yerinde ya da sınıfta oturma konusunda – tipik bir altı yaş çocuğundan çok daha fazla – zorlanıyor. Kendisini rahatsız eden şeyler için doğru kelimeleri bulamadığında sınıf arkadaşlarına ellerini, kollarını sallayıp duruyor ya da homurdanmaya, inlemeye ve yerde yuvarlanmaya başvuruyor. Bir psikolog kendisine “sözsüz öğrenme bozukluğu” teşhisi koydu. Bu, yeni durumlara ve ortamlar arasındaki geçişlere adaptasyonu, sosyal ipuçlarını yorumlamayı ve alan ve zaman içinde kendi yönünü bulmayı zorlaştıran bir durum. İkinci sınıfın başında okul, Robinson’u yardımcı-rehber öğretmeni olarak görevlendirdi.
Robinson oyun alanında Will’e gayet güven verici bir şekilde – eğitimli rehine arabulucusu gibi – yaklaştı. “Kemerle ne yapman gerekiyorsa yap” dedi ona yumuşak bir şekilde. “Sadece onu insanlardan uzak tut.” Will yavaş yavaş sakinleşmeye başladı. Birlikte okulun yakınındaki bir ormanlık alana yürüdüler. Öğretmen Will’in dereye taş atmasına, çığlık atmasına ve ve bağırmasına izin verdi. Ta ki sonunda kolları arasında gözyaşlarına boğulana dek. Sonra konuştular ve bir plan oluşturdular. Bir daha kendisini hayal kırıklığına uğramış ya da aşırı yorgun hissettiğinde, yardımcı-rehber öğretmenine ihtiyacı olduğunu söyleyecekti. Eğer Robinson okul dışındaysa, onunla telefonla konuşmasını sağlayacaklardı.
Bundan birkaç yıl öncesinde okul personeli aynı olaya çok daha farklı bir şekilde tepki veriyordu. Ya Will’i müdür odasına gönderirlerdi ya da teneffüsü yasaklarlardı. Daha tipik bir okulda ise başkalarını tehdit ediyor gibi görünen bir çocuk fiziksel olarak zaptedilebilir, ayrı bir odaya alınabilir ya da o gün eve gönderilebilirdi. Öğrenme ve davranış bozukluğu olan çocuklar akranlarına göre iki kat daha fazla okuldan uzaklaştırılıyorlar ve genel çocuk nüfusundan yaklaşık üç kat daha fazla hapse giriyorlar.
Greene’in programı hayata geçirilmeden önce bu okulda da geleneksel disiplin uygulması vardı. 2009-10 eğitim yılında çocuklar, 146 kez disiplin için müdürün odasına gönderildiler. İki çocuk okuldan uzaklaştırıldı. İki yıl sonra müdür odasına yönlendirilmeler 45, okuldan uzaklaştırma ise sıfıra düştü. Ve okul müdürü Nina D’Aran’a göre bunların hepsi “çocuğun davranışını kontrol etme yerine onun ihtiyaçlarını karşılama ve problemleri çözmeye” daha fazla odaklanmak sayesinde oldu. “Bu büyük bir değişim” diyor D’Aran.
Greene’in yöntemi; okul (ya da hapishane ya da psikiyatri kliniği) personeline güçlü ilişkiler kurma – özellikle en yıkıcı davranışlar gösteren çocuklarla – ve çocuklara kendi problemlerini çözme konusunda merkezi bir rol verme üzerine eğitim vermeye dayanıyor. Örneğin bir öğretmen zorlayıcı bir çocuğun bir çalışma kağıdı üzerinde boş boş oyalandığını görebilir ve böyle yaparak çocuğun kendisine karşı geldiğini zannedebilir. Oysa gerçekte çocuğun sadece karnı acıkmıştır ve küçük bir atıştırmalık sorunu çözebilir. “Greene’in yöntemine kadar çocuğa bir teşhis koymak için birbirimizle konuşmaya çok fazla zaman harcadık. Ama artık çocukla konuşuyoruz ve problemlerin neler olduğunu söylediklerinde çocuklara gerçekten inanıyoruz” diyor D’Aran.
Bir sonraki adım her bir öğrencinin baş etmeyi öğrenmesi gereken sorunları tek tek belirlemek. Teneffüsten sınıfa geçiş, ellerini kendine saklamak ya da grupla birlikte oturmak gibi… Ve her birini yine tek tek ele almak. Örneğin bir çocuk, çok fazla insan ona bakıyormuş gibi hisettiği için aşırı davranışlarda bulunuyor olabilir. Peki ya çözüm? “Sınıfın en arkasında oturmak ve dinlemek fikri aklına gelebilir belki” diyor D’Aran. Bir süre sonra öğretmenler ve öğrenci, yavaş yavaş onlara daha fazla katılması için başka bir plan bulacaklardır.
Tüm bunlar, zihin yapısında ve iş akışında ciddi değişiklikler gerektiriyor. Bu okulda bir sınıf, iki farklı alana bölünüyor. Bölümlerden birini adı “Öğrenme Merkezi”. Burası sınıfa geri dönmeden önce çocukların kısa bir ara verebilecekleri, belki bir şeyler atıştırabilecekleri ve problem çözebilecekleri sessiz bir yer. Diğer alan bir kaynak odası. Ayrıca okulda, Greene’in eğitimcileri tarafından tüm öğretmenlere 20 haftalık bir eğitimci eğitimi veriliyor ve her hafta bir saat boyunca Skype üzerinden danışmanlık alınıyor.
Will’in “kendini aşması” birinci sınıfta gerçekleşti. Önce okul müdürü D’Aran, sonra bir rehber öğretmen ve kendi öğretmeni Will ile oturup konuştuktan sonra. Will sınıf arkadaşlarıyla birlikte yazma derslerine katılmayı reddediyordu. 45 dakika boyunca, sızlanmalar ve “bilmiyorum”lar içindeki Will’i ikna etmeye çalıştılar. Ve en sonunda bir çözüme ulaştılar: Will, eğer aynı zamanda resim çizebilmek için boş bir alanı da olan çizgili kağıtlar kullanabilirse yazı yazmaya başlamasının daha kolay olabileceğini söyledi. Çok geçmeden yazı ödevlerini hiç problem yaşamadan yapmaya başladı.
57 yaşındaki psikolog profesör Ross Greene, “yaramazlık” yüzünden ilaç kullanan ve ceza alan milyonlarca çocuk olduğundan bahsediyor. Okuldan hapishaneye giden uzun ince yola girme riskindeki çocuklar, sadece 5.2 milyon DEHB’liyi, 5 milyon öğrenme zorluğu olan ve 2.2 milyon anksiyete bozukluğu olan çocukları değil, aynı zamanda tekrarlayan travmaya ve tacize maruz kalan 16 milyon, depresyonu olan 1.4 milyon, otizm spektrumundaki 1.2 milyon ve evsiz 1.2 milyon çocuğu da kapsıyor. (Tüm veriler 2011/12 Amerikan Ulusal Çocuk Sağlığı Araştıması’na aittir.) “Davranışsal olarak zorlayıcı olan çocuklar hala tam olarak anlaşılamıyor. Ve onlara hala düşmanca, tepkili, cezalandırıcı, tek taraflı, etkisiz ve verimsiz davranılıyor” diyor Greene. “Onlara sadece yardım etmemekle kalmıyoruz, her şeyi daha da kötüleştirecek şeyler yapıyoruz. O zaman elinizde yabancılaşmış, umutsuz, bazen agresif, bazen şiddet dolu çocuklar kalıyor.”
Greene de ailelerle ve çocuklarla çalışan pek çok insan gibi davranış değiştirme teknikleri eğitimi alır. Ancak mezun olduğu dönemdeki ilk klinik çalışmalarında bu yaklaşımı sorgulamaya başlar. Sonuçları ve ödülleri kullanmalarını istediğinde, ailelerin en temel konularda – giyinme, ev işleri ve uyku saati – çok fazla zorlanmaya devam ettiklerini görür. Greene bu dönemde aslında hastalığı görmezden gelirken semptomları tedavi eder gibi hisseder kendini.
Aynı dönemde beyin fonksiyonlarını MR makineleri ile inceleyen nörobilimcilerin yeni beyin araştırmaları hakkında bilgiler edinir. Nörobilimciler, beyinlerimizdeki prefrontal korteksin “yürütme fonksiyonlarımızın” esas aracı olduğunu söylemektedir. “Yürütme fonksyionları”, dürtülerimizi kontrol etme, görevlerimizin önceliklerini belirleme ve planlar organize etme kapasitemizdir. Agresif çocukların prefrontal korteksleri aslında tam olarak gelişmemiştir ya da daha yavaş gelişmektedir. Yani kısacası henüz beyinleri, hareketlerini kontrol edip düzenleyebilecek kapasitede değildir.
Ama beyinler değişebilir. Öğrenmek ve tekrarlanan deneyim, yeni nöral yollar yaratarak beynin fiziksel yapısını değiştirebilir. Bilimin bu yeni dalgasının sonuçları öğretmenler için çok önemli: Çocuklar beceriler öğrendiklerinde ve bunları uyguladıklarında beyinlerini tekrar şekillendirebilirler. Dahası da var: Öğrencilere bunun böyle olduğu söylendiğinde hem motivasyon hem de başarı düzeyleri artıyor. Böyle Greene ebeveynlere danışmanlık verirken çocuklarının problem çözme becerilerine odaklanmaya başladı. Ve bu yöntem çok işe yaradı.
Greene 1990’larda Harvard Tıp Fakültesi’nde dersler vermeye başladı ve yeni yaklaşımını, daha önce klasik disiplinin öncüsü Skinner’ın yöntemlerini kullanan çocuk psikiyatri kliniklerinde ve ıslah evlerinde denemeye başladı ve başarılı sonuçlar elde etti.
2001 yılında Patlamaya Hazır Çocuk kitabı basıldığında Greene çok rağbet gören bir konuşmacıya dönüştü. Hatta Amerika’nın ünlü televizyon programı Oprah’ya bile konuk oldu.
Gelelim Will’e… Will okulundan mezun oldu. Şimdi beşinci sınıfta. Yeni okulunda arkadaşlar edindi ve artık gururla okul servisine biniyor. Oysa eskiden bununla baş edemiyordu. Will eski okulunda öğretmenleriyle yaşadığı deneyimleri şöyle anlatıyor: “Öfkeli bir çocuğu fark ettiklerinde yardım etmeye çalışırlar. Onu neyin rahatsız ettiğini sorarlar.” Will’in annesi, eski okulu sayesinde oğlunun hayal kırıklıkları hakkında konuşabilmeyi ve kendini savunabilmeyi öğrendiğini söylüyor: “Ergenliğe girmeye başladıkları bu dönemde bu gerçekten çok önemli bir beceri.”
Greene’in bakış açısına göre bu en büyük kazanım: Sadece çocukların davranış problemlerini düzeltmek değil, kendi kendilerine başarıya ulaşmalarını sağlamak. Greene göre çok fazla eğitimci, okulun bir çocuk üzerinde yaratabileceği farka değil de çocuğun okul dışındaki problemlerine – çalkantılı bir ev hayatı, kötü bir mahalle gibi – odaklanıyor. “Hangi eve gidiyorsa gitsin bir çocuk için yılda 9 ay, haftada 5 gün ve günde 6 saat içinde çok fazla şey yapabilirsiniz. Oysa biz hakkında hiçbir şey yapamayacağımız şeylere odaklanıp sadece elimizi kolumuzu bağlıyoruz” diyor Greene.