Çoğumuz yaşamımızın ilk iki ya da üç senesini pek hatırlamayız. Ancak yaşamın bu ilk yıllarındaki deneyimler, uzun yıllar bizden ayrılmaz ve bizi yetişkinlikte de etkilemeye devam eder.
Bu ilk yılların bizi çok etkilediği artık çok açık ancak araştırmacılar bizi nasıl ve ne kadar etkiledikleri sorusuna hala cevap bulmaya çalışıyorlar. İki yeni araştırma, anne babaların bu ilk yıllardaki davranışlarının yıllar sonra bile çocuklarının hayatını nasıl etkilediğini ve çocukların mizaçlarındaki farklılıkların nasıl bir rol oynadığını ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Aralık ayı içinde yayınlanan ilk çalışma, bir çocuğun yaşamının ilk üç buçuk yılında aldığı duygusal destek türünün o çocuğun eğitim, sosyal hayat ve duygusal ilişkileri üzerinde 20 ya da 30 yıl sonra bile etkisi olduğunu ortaya çıkardı.
Destekleyici ve sevecen ev ortamlarında büyüyen bebekler ve küçük çocukların, ileriki yıllarda akademik olarak daha iyi sonuçlar elde etme eğiliminde oldukları belirlendi. Bu çocuklar, akranlarıyla daha iyi geçinebildikleri gibi duygusal ilişkilerinde de daha mutlu oluyorlar.
“Öyle görünüyor ki en azından bu erken çocukluk döneminde anne babaların rolü, çocuklarıyla iletişim kurmak ve onlara ‘Üzüldüğünde ya da bana ihtiyaç duyduğunda senin yanındayım. Bana ihtiyaç duymadığında da uzaktan destekçinim.’ mesajını açık bir şekilde vermek.” diyor araştırmayı yöneten Delaware Üniversitesi psikologlarından Lee Raby.
Raby ve ekibi, doğumundan 32 yaşına kadar takip edilen toplam 243 kişiden elde edilen verileri analiz etti. “Araştırmacılar bazı zamanlarda bu çocukların evlerine gitmiş. Diğer zamanlarda da çocukları ve ailelerini üniversiteye getirerek birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını gözlemlemiş.” diyor Raby.
Elbette erken çocukluk dönemindeki anne baba tutumu, pek çok diğer etkenden sadece birisi ve araştırmada ortaya çıkan avantajlara mutlaka sebep olduğuna dair bir kanıt da bulunmuyor. Araştırmacılar sonuçları belirlerken katılımcıların sosyo-ekonomik durum ve içinde büyüdükleri çevre faktörlerinin de önemli olduğunu vurguluyor.
Sonuç olarak araştırmacılar, bir kişinin akademik başarısının yüzde 10′unun üç yaşındayken sahip olduğu ev hayatının niteliği ile ilgili olduğunu söylüyor. Daha sonraki deneyimler, genetik faktörler ve hatta şans diğer yüzde 90′ın içinde yer alıyor. Bir çocuğun psikolojik yapısı da faktörlerin arasında bulunuyor.
İkinci çalışmada ise araştırmacılar, çocukların yaşadıkları deneyimlere verdikleri erken dönem tepkilerinin, ergenlik döneminde sosyal endişe bozuklukları yaşayıp yaşamayacaklarının bir göstergesi olduğunu buldular.
Bu çalışma için Maryland Üniversitesi araştırmacıları, 165 bebeğin ebeveynleriyle nasıl iletişim kurduklarını gözlemledi. Ebeveynlerinden ayrıldıklarında bebeklerin bazıları üzüldü ancak ebeveynleriyle tekrar bir araya geldiklerinde hızlıca normale döndüler. Diğer bebekler ise ebeveynlerinden bir süre ayrıldıktan sonra onlara tekrar güvenme konusunda zorluk yaşadılar ve ebeveynleriyle tekrar bir araya geldiklerinde bile sakinleşemediler.
Bu aşırı duyarlı bebekler büyüdüklerinde, sosyalleşme ve ergenlik döneminde yaşıtlarıyla partilere katılma konusunda endişeli hissettiklerini daha fazla bildiren grup oldular.
Peki tüm bunlar ne anlama geliyor? Kaliforniya Üniversitesi insan gelişimi profesörlerinden Jay Belsky şöyle yorumluyor: “Öncelikle insanın gelişimi karmaşıktır. Hepimiz artık biliyoruz ki erken çocukluk dönemi deneyimlerimiz bizi belirli bir ölçüde mutlaka etkiliyor. Ve psikolojik yapımızdaki farklılıklardan dolayı bazı insanlar çevresel faktörlere karşı diğerlerinden çok daha fazla duyarlı olabiliyor.”
Ancak bu, insanların erken çocukluk döneminde yaşadıkları kötü deneyimlerden kurtulamayacakları anlamına gelmiyor. “Bazı insanlara terapi yardımcı olabilir.” diyor Belsky. “Ancak bugün elimizde ilginç olan başka bir bilimsel bilgi daha var: İçinde bulundukları kötü şartlar altında yenilen ve pes eden çocuklar, aynı zamanda iyi şartlar altında da gerçekten iyileşip tekrar hayata tutunanlar oluyor.”
Bu yazı BÜMED MEÇ OKULLARI tarafından desteklenmektedir.