Babam büyürken her kış bir tane kazağı olurmuş. Bir. Toplamda.
Kazağına nasıl özenle dikkat ettiğini hala hatırlıyor. Eğer dirseklerinde delik olursa, büyükannem onları dikermiş. Eğer kazağını kaybederse, onu bulmak için yaptığı her şeyi adım adım tekrar yaparmış. Kazağını sanki çok değerli bir hediye gibi korurmuş.
İhtiyaçları olan her şeyleri varmış, ama fazlası asla olmazmış. Tek kuralları akşam yemeğinde evde olmakmış. Büyükannem çocuklarının tam olarak nerede olduğunu, nerede oynadığını çok nadir bilirmiş.
Kaleler kurmaya, oklar ve yaylar yapmaya gider, dizlerini kanatır, yara bere içinde hayatlarının en güzel zamanlarını yaşarlarmış. Dolu dolu çocukluğun tadını çıkarırlarmış.
Ancak dünya o zamandan bu zaman çok değişti. Çok daha karmaşık bir hale geldik. Daha önceki hiçbir döneme benzemeyen bir döneme girdik. Ebeveynler çocuklarına yeteri miktarda şey sunmak için mücadele etmek yerine onlara aşırı fazla şey sunmaya bir türlü engel olamaz hale geldiler. Oysa böyle yaparak, farkında olmadan zihinsel sağlık problemlerinin oluştuğu bir ortam yaratıyoruz.
Kim John Payne’in Sade Bir Hayat kitabını okuduğumda, çok önemli bir mesaj aldım. Kişiliğin kendine özgü özellikleri “çok fazla”nın stresiyle birleştiğinde çocukları “bozukluklar diyarına” itebiliyor. Mesela sistematik olan bir çocuk, obsesif davranışlara zorlanabiliyor. Hayalperest bir çocuk odaklanma becerisini kaybedebiliyor.
Payne, dikkat eksikliği bozukluğu olan çocukların hayatlarını sadeleştirdiği bir çalışma gerçekleştirdi. Dört ay gibi kısa bir sürede çocukların yüzde 68’i klinik olarak “sorunlu” olmaktan klinik olarak “sorunsuz” olmaya geçiş yaptı. Ayrıca çocuklar akademik ve bilişsel beceri konusunda yüzde 37’lik bir artış gösterdi. Bu, Ritalin gibi yaygın olarak yazılan ilaçlarda görülmeyen bir etkiydi.
Yeni bir ebeveyn olarak bunun insana hem güç verdiğini hem de insanı dehşete düşürdüğünü düşünüyorum. Çocuklarımıza, içinde fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak gelişebilecekleri bir ortam sağlamak için büyük bir fırsatımız ve sorumluluğumuz var.
Peki, neleri yanlış yapıyoruz ve bunları nasıl düzeltebiliriz?
“Çok Fazla”nın Yükü
Payne, kariyerinin ilk dönemlerinde mülteci kamplarında gönüllü olarak çalıştı. Buradaki çocuklar travma sonrası stres bozukluğu ile uğraşıyorlardı. Payne bu çocukları, “ürkek, gergin, sürekli tetikte ve yeni ya da farklı olan her şey karşısında tedirgin” şeklinde tarif ediyor.
Yıllar sonra İngiltere’de özel bir klinik işletmeye başlayan Payne, burada çok sayıda varlıklı çocuğun, savaş bölgelerinde yaşayan çocuklarda gördüğüne benzer davranış eğilimleri gösterdiğini fark ediyor. Bu kadar mükemmel derecede güvenli hayatlar yaşayan çocuklar neden benzer semptomlar gösteriyordu?
Payne bu durumu şöyle açıklıyor: “Fiziksel olarak güvende olsalar da, zihinsel olarak onlar da bir çeşit savaş bölgesinde yaşıyorlar. Ebeveynlerinin korkuları, arzuları, hırsları ve hayatlarının çok hızlı temposu yüzünden çocuklar kendi sınırlarını, davranışlarda kendi güvenlik düzeylerini oluşturmaya çalışmakla meşguller.”
“Çok fazla”nın kartopu etkisi nedeniyle oluşan “kümülatif stres”in sancısını çeken çocuklar, güvende hissetmek için kendi başa çıkma stratejilerini geliştiriyorlar. Ebeveynler ve toplum, çocuklarımızı fiziksel olarak koruma gerekliliğinin bilincindeler. Ancak zihin sağlığını korumak çok daha gri bir alan.
Modern dünyanın çocukları, algılayamadıkları ve rasyonelleştiremedikleri sürekli bir bilgi seline maruz bırakılıyorlar. Onlara yetişkin rolleri verdiğimiz ve onlardan beklentilerimizi artırdığımız için daha hızlı büyüyorlar. Bu yüzden hayatlarının kontrol edebilecekleri başka yönlerini arıyorlar.
“Fazla”nın Dört Ayağı
Ebeveynler olarak doğal bir şekilde çocuklarımızın yaşama en iyi şekilde başlamasını istiyoruz. Eğer “biraz” iyi ise, “daha fazla” daha iyidir diye düşünüyoruz. Öyle mi gerçekten?
Onları sonu gelmez bir şekilde aktivitelere yazdırıyoruz. Odalarındaki her alanı eğitici kitaplarla, araçlarla ve oyuncaklarla dolduruyoruz. Ortalama bir Batılı çocuğun 150’yi aşan oyuncağı bulunuyor. Bu kadar fazla eşyayla çocuklar körleşiyor ve seçim yapmaktan bitkin düşüyorlar.
Sade bir ebeveynlik anlayışı, çocukların daha az oyuncak sahibi olmalarını ve böylece sahip olduklarıyla daha yoğun zaman geçirmelerini teşvik ediyor. Payne fazlalığın dört ayağını şöyle tarif ediyor: Çok fazla eşya, çok fazla seçenek, çok fazla bilgi ve çok fazla hız.
Çocuklar bitkin düştüklerinde keşfetmek, düşünmek ve gerilimlerini boşaltmak için ihtiyaç duydukları çok değerli olan boş zamanlarını kaybediyorlar. Çok fazla seçenek, mutluluğu tüketir. Yaratıcılığı ve kendi kendine öğrenmeyi teşvik eden sıkılma hissinin bütün hediyelerini çocukların elinden alır.
Çocukluğu Korumak
Tıpkı ateşi yavaşça artırıp durumdan hiç şüphelenmeyen kurbağayı kaynatmak gibi, toplum da çocukluğun eşsiz büyüsünü yavaş yavaş ortadan kaldırıyor ve onu yeniden tanımlıyor. Çocuklarımızın henüz tam olgunlaşmamış beyinlerine inanılmaz bir baskı yapıyor. Bu, çocukluğa karşı açılmış bir “savaş” gibi.
Gelişim psikoloğu David Elkins, son 20 yılda çocukların, haftalık serbest zamanlarından 12 saatten fazlasını kaybettiklerini söylüyor. Bu da serbest oyun zamanlarının çok az olduğu anlamına geliyor. Anaokulları ve anasınıfları bile çok daha bilgi odaklı oldu. Pek çok okul, çocukların öğrenmeye daha fazla zamanı olsun diye teneffüsleri kaldırdı.
Çocukların organize sporlar yaparak geçirdikleri zamanın, onların yaratıcılığını belirgin bir şekilde azalttığını gösteren bilimsel bulgular var. Oysa serbest (organize olmayan) spora ayrılan zaman, çok açık bir biçimde daha fazla yaratıcılıkla ilişkilendiriliyor. Yaratıcılığa zarar veren şey organize sporların kendisi değil, boş zamanın azlığı. Haftada iki saat yapılandırılmamış oyun bile çocukların yaratıcılığını ortalama seviyelerin üzerine çıkarıyor.
Ebeveynler Sorumluluk Alın!
Peki, ebeveynler olarak bizler, toplumun yarattığı bu yeni “normal”den çocuklarımızı nasıl koruyacağız?
Cevap basit: Hayır diyerek. Eğer çocuklarımızı korur ve hayır dersek, çocuk olabilmeleri için onlara alan yaratabiliriz. “Hayır, kızım doğum günü partisini Cumartesi günü yapamaz”. “Hayır, oğlum bu hafta sonu futbol antrenmanı yapamaz.”
Bu şekilde onlar için düzenli boş zaman yaratarak, hayatlarına bir sakinlik ve huzur duygusu katabiliriz. Aksi takdirde kaotik dünyalarının içinde yaşamak zorunda kalacaklardır. Çocukların gerginliklerini atabileceklerini bildikleri zamanlara ihtiyaçları var. Bu zamanlar, çocukların “iyileşmelerini” ve büyümelerini sağlayacaktır. Bu zamanlar, çocuk gelişiminde çok önemli bir amaca hizmet ederler.
Çocuklarımızın hayatlarındaki gereksiz meşguliyetleri çıkarabilir ve hayatlarını sadeleştirebiliriz. Yedi yaşında bir çocukla yemek masasında küresel ısınma hakkında konuşmamız gerekmiyor. Haberleri çocuklarımız uyuduktan sonra izleyebiliriz. Çocuklarımız uyuduğunda odalarındaki aşırı sayıdaki oyuncağı ve oyunu ortadan kaldırabiliriz. Çocukluğu yeniden yaratabilir ve onu onurlandırabiliriz.
Çocuklarımızın önünde, yetişkin olmak ve yaşamın zorluklarıyla ve karmaşasıyla baş etmek için koca bir hayat var. Ama çocuk olmak için hızla akıp giden kısacık bir zamanları var. Her türlü saçmalığı yapan, eğlenmeyi seven çocuklar olmaları için.
Çocukluğun çok gerçek bir amacı var. Çocukluk asla bir an önce geçilmesi gereken bir dönem değildir. Bu dönem küçük zihinleri korumak ve geliştirmek için var ki çocuklar büyüdüklerinde sağlıklı ve mutlu birer yetişkin olabilsinler. Bir denge duygusu sağlayarak ve çocukluğu aktif bir şekilde koruyarak, çocuklarımıza hayatları boyunca alabilecekleri en büyük hediyeyi vermiş oluruz.
Kaynak: http://www.huffingtonpost.ca/tracy-gillett/children-mental-health_b_9400848.html