Ali Koç. Cizre’den Ankara’ya, Alanya’dan Batman’a kadar pek çok farklı coğrafyada öğretmenlik ve yöneticilik yapmış; Milli Eğitim Bakanlığı’ndan STK’lara, özel okuldan köy okuluna kadar pek çok farklı kurumda görev yaparak Türkiye’deki eğitim sistemine her açıdan bakma fırsatı yakalamış deneyimli bir eğitimci. İki yıl önce, dünyadaki eğitimde neler oluyor bakış açısını Türkiye’ye taşımak amacıyla Eğitimpedia’yı kuran Ali Koç, sahip olduğu bütün deneyimlerini, bütün birikimini ve yıllardır eğitime dair hayalini kurduğu her şeyi yeni okulu Fide’de hayata geçirmeye hazırlanıyor. Ali Koç ile eğitimi, öğrenmeyi, çocuk olmayı, öğretmen olmayı ve Fide Okullarını konuştuk.
Uzun yıllardır eğitim dünyasında yaşadığınız tüm farklı deneyimlerden öğrendiğiniz en önemli, sizi en çok geliştiren, en çok zenginleştiren şeyler hangileri oldu?
Cizre’de, en zor koşullarda bile mesleğinizi gerçekten seviyorsanız, çocuklara inanıyorsanız, çok iyi öğretmenlik yapabileceğinizi, çocukların hayatlarına dokunabileceğinizi öğrendim. Fiziksel koşullar, eksiklikler, mahrum kaldıklarınız aslında yapacağınız eğitimin iyi olup olmadığını belirlemiyor.
Batman’da müdürlük yaptığım bina, köy okulu binasından bile daha kötüydü. Orada da şunu öğrendim: Öğretmen, öğrenci ve ebeveyn ile birlikte iyi bir okul iklimi yaratırsanız, başarı o okul iklimiyle birlikte mutlaka gelir. Bu yüzden “O olanaklar bizde olsa neler yapardık” söylemine hiç katılmıyorum. Bana göre Mahmut Hoca’nın dediği gibi okul her yerdir. Çevresel faktörlerin çok abartıldığını düşünüyorum. Hatta neredeyse bir şey yapmamanın bahanesi gibi kullanıldığını. Yoksa Türkiye’de ne müfredat ne de fiziksel koşullar iyi bir şeyler yapmak isteyen bir öğretmenin önünde engel değil.
Bir de bir okulun bütün unsurlarının, o okulun felsefesi doğrultusunda tasarlanması gerektiğini öğrenmek benim için ufuk açıcı oldu. Her okulun vizyonu, misyonu yazılı olarak yer alır internet sitelerinde. Kapıdaki güvenlik görevlisine, veliye, öğretmene hatta müdüre sorun, bu soruya doğrudan cevap veremezler. Halbuki okulun felsefesi bütün unsurlarına sızmıştır. Çay ocağında çalışan görevlinizden, okulun güvenlik görevlisine, servis şoförünüze kadar herkese o okulun ruhu siner. Bunu ifade ediş dilleri farklıdır, ama bir okulda yazılı olmayan kurallar ve ruh, ne kadar çok insan tarafından benimsenmişse, o okulun o kadar gerçek bir felsefesi vardır.
Fide nasıl bir okul olacak, nasıl bir felsefesi olacak?
Fideyi iki anlamda kullanıyoruz. Biri okulun ismi, diğeri “öğrencilerimiz bizim için birer fide” anlayışı. Her fidenin başka bir öyküsü var. Biz çalışanlarımızı da öğrencilerimizi de standartlaştırmak istemiyoruz. Her birinin kendi rengini koruyarak bu okulla ilgili ya da kendisiyle ilgili bir şeyler yapmasını istiyoruz. Burada herkes birey olarak kendini değerli hissetsin istiyoruz.
Fide’de kalpleri eğitmeyi önemsiyoruz. Kuru bilginin, akademik bilginin, yaşamla bağ kurmayan, başka insanları önemsemeyen bir bilginin de değerli olmadığını düşünüyoruz. Büyük bir rekabetle ve hırsla yetiştirilen çocuklar, büyük bir rekabetle ve hırsla çalıştırılan öğretmenler kültürünün dışında bir kültür yaratmak istiyoruz. Burada ayın personeli olmayacak, ayın öğrencisi olmayacak. Çünkü herkes çok değerli bir şey yapıyor.
Ne öğrenciler ne de çalışanlar “bugün okulda neyi başaramadım” duygusuyla evlerine gitmeyecek. Çünkü Türkiye’deki okulların ana misyonu, çocuklara mağlubiyetler yaşatmak. “Benim kafam matematiğe basmıyor”, “ben resim yapamam”… Çocuk her gün bir mağlubiyetle evine gidiyor. Çalışanlar da aynı şekilde. Bir sorun yaşansa da, o sorunu çözmek için ne kadar çaba gösterildiğinin değerli olduğu bir yer Fide.
Bütün çalışanlar açısından insani olarak değer görmenin, kendini güvende hissetmenin, kendini gerçekleştirme duygusunun yaşandığı bir okul olacak. O yüzden biz Fide’yi öğrenci merkezli bir okul diye tanımlamıyoruz. Fide’yi öğretmen ve öğrenci merkezli bir okul diye tanımlıyoruz. Biz Fide’nin hiçbir çalışanını, çocukların bakıcısı olarak görmüyoruz. Okulda birlikte öğrendikleri bir öğrenme topluluğu olarak görüyoruz.
Çoğumuz her çocuğun ayrı bir öyküsünün olduğu okullardan gelmedik. Bu nasıl başarılabilir diye düşünüyor insan ister istemez…
En başta bahsettiğim okul iklimiyle başarılır ve kesinlikle bir günde başarılmaz. Fide’deki öğrencileri, kendi hayat sorumluluklarını alan, kendi öğrenmelerinin sorumluluklarını alan bir noktaya getireceğiz. Bu, sürekli ve açık iletişime dayalı bir ilişki kurma biçimiyle olacak. Bir okulun niteliğini belirleyen en önemli şey, okuldaki ilişkilerin niteliğidir. Aslen de öğretmenle öğrencinin arasındaki ilişkinin niteliği. Doğru ilişki insanları doğru hareketlere götürür. Karşılıklı güven ve sorumluluğa dayalı bir ilişki kurarsanız, o ilişkide herkes dönüşür. Bunun karşılıklı bir ilişki olduğunu unutmadan tabi. Bir okulda siz öğrenciden bir şey öğrenmeye hazır değilseniz, o okulda iyi bir öğrenme iklimi yoktur. Siz zihninizi açarsanız, her sabah okula “Bugün çocuklardan ne öğreneceğim” duygusuyla gelirseniz, o zaman çocukları duymaya başlarsınız. Okuldaki ses düzeyi, o okulda nasıl bir iklim olduğunu çok belirler. Siz bir okula girdiğinizde sürekli yüksek sesle konuşan bir öğretmen sesi duyuyorsanız, o okulda otorite nettir. Fide’de öğrencinin sesi ne kadar duyuluyorsa, öğretmenin sesi de o kadar duyulacak. Bunun için önce çocuklarımızı güçlendireceğiz. Çocuklarımızın söz söylemekten korkmaz hale gelmelerini sağlayacağız. Öğretmenlerimizin dinleme becerilerini güçlendireceğiz.
Çocukların sürekli dinleyerek anlayacağını zannetmek büyük bir pedagojik yanılgı. Çocuk ancak konuşarak kendini ifade ederek, katılarak öğrenebilir. Zaten çocuklar için öğrenmeyi keyifli bir şeye dönüştürürseniz, onların öğrenmesine engel olmazsınız. Ama bugünkü ebeveynlik ve öğretmenlik tarzımız nedeniyle biz çocukları öğrenme zevkinden uzaklaştırıyoruz. Öğrenme anne-baba için ya da öğretmen için yapılıyor.
Bir çocuk zaten öğrenme merakıyla dünyaya geliyor. Biz bu merakı öldürüp sonra ödül ve cezayla öğrenmeye zorlamaya çalışıyoruz. Öğrenmenin hala keyifli bir şey olduğunu çocuklara hissettirebiliriz. Sokakta her şeyi öğrenen, bilgisayarda her şeyi öğrenen çocuk niye okulda öğrenemiyor? Çünkü okulda öğretmenin sürekli anlattığı, bir sınıfa kapatıldıkları sıkıcı bir ortamı yaşadıklarını düşünüyor çocuklar.
Fide’nin en önemli farklarından biri atölyeleri olacak. Akademik odaklı bir okul olursanız, her sınıfın bir tane birincisi olur. Diğerleri kaybeder. Çünkü en değerli şey akademik başarıdır. Beceri odaklı bir okul olursanız, kimi bahçede becerisiyle öne çıkar, kimi sporda, kimi bir atölyede becerisiyle öne çıkar, kimi akademik becerisiyle. O zaman çocuklar der ki: “Hepimizin başka bir zenginliği ve rengi var”. O zaman çocuklar çok yönlü büyürler. O zaman aslolan rekabet olmaz. Fide’de veli, çocuk, öğretmen ve çalışanlar bir takımın üyesi ve biz takımımızın hiçbir üyesinin geride kalmasını istemiyoruz.
Türkiye’deki müfredat hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’deki müfredat da beceri odaklıdır aslında. Türkiye’deki müfredat ile dünyadaki müfredatlar arasında önemli bir fark yok. Müfredat ne yapacağınızı söyler, okullar nasıl yapacağınızı. Müfredat kazanım temellidir. Ama okullar ve öğretmenler bilgi odaklı anlayıştan vazgeçmedikleri için “nasıl” konusunda yeni bir dil geliştiremiyorlar.
Bilgi odaklı eğitim anlayışının zararları var mı?
Özellikle temel eğitimde kalıcılığı olmayan akademik bilgiyi çocuğa yüklemenin en önemli zararı, çocukların becerisini geliştirmeye ayıracağınız zamanı akademik bilgisini geliştirmeye ayırmanız. Beceriler ömür boyu sürer, o kadar değerli kazanımlardır. Ama bilgiler zamanla yok olur. Bilgiye bu kadar kolay ulaşılabilen bir çağda okulların hala bilgiyi öğretiyor olması aslında çok komik. Geçmişte durum farklıydı. Okullar bilgiyi öğreten kaynaklardı. Bilgiyi okuldan, beceriyi ebeveynden ya da çevreden alırdınız. Şimdi bilgiyi internetten ve çevrenizden alıyorsunuz, beceriyi ise okuldan almak zorundasınız. Okullar ve öğretmenler bu önemli kritik değişikliğin farkında değil. Her an ve her yerden ulaşılabilecek denli kolay bilginin, bir ilkokul çocuğuna okulda öğretiliyor olması zaman kaybıdır. Okulda bir çocuğun kaç basamaklı sayıları çarpıp çarpamadığı emin olun değersiz bir şey. Ama matematiksel düşünme becerisi çok değerli bir şey.
Almanya yaptığı önemli bir araştırma ile kendi eğitim sistemini değiştirdi. Oyun odaklı eğitimden gelen çocukların, dördüncü sınıfa geldiklerinde, akademik odaklı eğitimden gelen çocukların akademik olarak çok önüne geçtiğini buldu.
Biz ise birinci ve ikinci sınıftaki geçici birkaç bilgi yığınını, yani bir çocuğun ne kadar erken okumaya geçtiği, zihinden çarpma yapıp yapamadığı gibi artık çağ dışı kalmış becerileri önemsiyoruz. Hiç fark etmez ki bir çocuğun kaç yaşında okuduğu. Dördüncü sınıfta zaten o farkı kapatacak geç okuyan çocuk. Eksik akademik bilgiyi her yaşta tamamlayabilirsiniz. Ama bir çocuk serbest oyun dışında hiçbir yerde öğrenemeyeceği sosyal ve duygusal becerileri ilerleyen yaşlarda tamamlayamaz. Ne için, neden vazgeçtiğiniz önemli. Bir ilkokul çocuğunun sekizinci sınıfta gireceği bir sınav için 5-6 yaşından itibaren hazırlanıyor olmasının, yani akademik bilgiyle doldurulmasının pedagojik olarak savunulabilecek hiçbir tarafı yoktur.
Yazının ikinci bölümü için: http://egitimpedia.com/egitimpedia-ozel-ali-koc-ile-egitim-ve-okullar-uzerine-2/