Çocuklar okulda okuma yazma, aritmetik ya da başka şeylerin yanı sıra bir iki de sosyal beceri kazanırlarmış gibi duruyor, öyle değil mi? İlkokulun ilk yıllarında günler hem yapısallaştırılmış hem de geçici arkadaşlık dersleriyle doludur: Çocuklar paylaşmayı ve sırayla hareket etmeyi öğrenirler. Bağırmamayı, birbirlerini itip kakmamayı, kaba sözcükler kullanmamayı, bitlenen arkadaşlarıyla dalga geçmemeyi öğrenirler. İyi ve nazik davranmanın güzelliğini anlatan şarkılar söyler, öğretmenlerinin etrafında toplanıp, yardımseverlikle ilgili hikâyeler anlatmasını dinlerler. Daire şeklinde oturup, okuduğu yardımseverlikle ilgili hikâyeleri dinlerler.
Ama aslında çocuklar arkadaşlığı; okulda bunların dışında geçen zamanlarında, teneffüslerde oyun oynarken, kendi hallerine kaldıklarında öğrenirler. İngiltere’deki Sheffield Hallam Üniversitesi’nde erken çocukluk eğitimi hocası olan Caron Cartor’a göre anaokulu yaşındaki çocuklar gün boyunca oyun oynarken arkadaşlık kuruyorlar.
“Futbol oynamaktan hoşlanan birisi varsa birlikte futbol oynuyorlar.” diyor. “Eğer otomobiller ya da Star Wars ilginizi çekiyorsa ortak ilgi alanlarına ya da benzer oyun tercihlerine göre arkadaşlıklar kuruluyor.” Arkadaşlığın birbirine destek olmak, duygusal yakınlık ve daha derin bağlar kurmak gibi unsurları daha sonra geliyor. Hayatlarımızın ilk arkadaşlıkları, başkalarıyla aynı şeyleri yapmaktan hoşlandığımızı keşfetmemizle başlıyor, sonra bu şeyleri birlikte yapmaya karar veriyoruz. Ama okullar genellikle yeterince oyuna izin vermediği için bunun ortaya çıkması zor oluyor, yani öğrencilerin sosyal gelişimleri göz ardı ediliyor.
Caron Cartor aynı zamanda “Arkadaşlığın Pedagojisi” adında yayınlanan bir araştırmanın yazarlarından birisi. Bu araştırmada okulların küçük çocuklara sosyal bağlar kurmayı öğretebileceği küçük yöntemler ele alınıyor. Öğretmenlerin davranışlarından sınıf düzenine ya da okul gününün programlanmasına kadar pek çok şey bu konuda hayli etkili olsa da genellikle yetersiz kalıyor.
Araştırmada, hepsi beş ve altı yaşlarında üç oğlan ve dört kız çocuğu takip edildi. Carter ve meslektaşı Cathy Nutbrown birkaç kez öğrencilerle bir araya geldi, çizimleri ve bir oyun ortamına serpiştirilmiş gibi duran oyuncakları kullanarak çocukların arkadaşlığa yaklaşımları üzerine onlarla konuştu. (Carter, “Bana arkadaşlarını anlat, arkadaşlarının bir resmini çiz.” diyordum diye açıklıyor bunu. Ya da oyuncakları, “Bu küçük adamın oyun oynayacak kimsesi yok, sence kiminle oynayabilir?” şeklinde sorularla kullandığını anlatıyor.) Örneklem sayısı çok az olduğu için araştırmacılar görüştükleri çocukların söylediklerini bu yaş grubunda daha önce arkadaşlıkla ilgili yapılmış bir araştırmayla kıyasladılar.
Elde ettikleri sonuçlar: Birincisi, çocukların arkadaşlıkları, yetişkinlerin göremeyeceği oyun zamanı kurallarına göre filizleniyor. Örneğin, öğretmenlere göre, oyun oynayan üç çocuğun aralarına dördüncü bir çocuğu almaması kötü ve istenmeyen bir davranış olarak görünürken araştırmaya göre çocuklar bu dördüncü kişinin, çok uğraşarak kurdukları hayali dünyayı bozabileceğini düşünüyorlar. Carter, “O üç çocuk zaten, nasıl oynayacaklarına ve kimin ne yapacağına iyice düşünüp taşınarak karar verdikleri bir oyun oynuyorlar.” diyor. Bu nüansları bilmeyen bir yetişkin, üç kişilik grubu, aralarına bir arkadaş daha almaları için zorlayabiliyor. Ancak çocuklar oynarken çok ince stratejiler izliyorlar; oyuna birisinin katılabileceği ya da bir oyuncağın dekor olarak kullanılabileceği doğru anı ancak onlar biliyor.
İkincisi, bu arkadaşlıklardaki duygusal çalkantılar yetişkinlerin fark ettiğinden çok daha derin olabiliyor. Carter, “Diyelim ki bahçede oynarken bir arkadaşınızla tartıştınız ve sonra sınıfa döndünüz.” diyor. “Araştırma sırasında görüştüğümüz çocuklardan bazıları yetişkinlerin böyle bir durumda, ‘Eğer birbirinizle atışmayı kesmezseniz müdürün yanına gönderileceksiniz.’ dediğini söyledi.” Bu, çocukların ufak görünen tartışmalarda gerçekten hissedebilecekleri kırgınlık ve öfke gibi duygularını küçümsemek anlamına geliyor. Yetişkin gözüyle sadece basit bir atışma görünen şey çocuk için çok yıpratıcı olabiliyor. “Bazen bu durumların önemli olmadığını düşünüyoruz ama çocuklar için çok önemli olabiliyorlar. Arkadaşlarıyla yaşadıkları anlaşmazlığı düşündükleri için derse odaklanamıyorlar, gerçekten üzülüyorlar. Yetişkinler olarak, çocukların arkadaşlarıyla yaşadıkları tartışmalardan nasıl etkilendiklerini genellikle dikkate almıyoruz.”
Ancak araştırmanın yazarları, okulların küçük müdahalelerle çocukların sosyal etkileşim oranını artırabileceğini belirtiyor. Her şeyden önce öğretmenler gözlem yaparak ya da bu konudaki literatürü takip ederek öğrencilerin birbirleriyle nasıl bağ kurduklarını çözmeye çalışabilir, çocukların oyun gruplarına yeni birisinin katılması ya da bir uzlaşmazlık halinde yaşadıkları sosyal sorunları çözmelerinde onlara daha fazla bir özerklik tanıyabilir.
Ancak bu özerklik çocuklara birbirleriyle bir arada olabilmeleri için hem yeterli zaman hem de yeterli alan verilmesine bağlıdır. İkinci bir teneffüs, ders zamanından kısıntıya gidilmesi anlamına gelmek zorunda değildir. Carter, ortak iş yapılan ya da oyuna dayanan derslerde de çocukların kendi geliştirdikleri oyunlarda olduğu gibi aralarında bir bağ kurabileceklerini söylüyor. Çocukların aynı zamanda arkadaşlıklarını idare edebilmek için fiziksel alana da ihtiyaçları vardır. Aralarında bir sürtüşme geçen öğrencileri sınıfın ayrı köşelerinde tutmak onlara bu durumu aşabilmeleri için zaman kazandırabilir.
Carter, “Gerçekten çocukları sadece akademik performanslarıyla değil, sosyal gelişimleri ve duygusal öğrenmeleriyle de değerlendirmeliyiz.” diyor. Çocuklar kendilerini sosyal ve duygusal olarak güvende hissederlerse, arkadaşları varsa ve kötü bir şeyler olduğunda durumu nasıl toparlayacaklarını biliyorlarsa ve bunun için birilerinin onları destekleyeceğine inanıyorlarsa sınıf onlar için daha rahat bir ortam haline gelir. Ama eğer bu güven duygusuna sahip değillerse ve biz onların bu gelişimi konusunda ihmalkâr davranıyorsak bu durum onların bütün öğrenme sürecini etkileyecektir.
Kaynak: https://www.thecut.com/2016/07/is-friendship-a-skill-that-can-be-taught-in-schools.html