2013 yılının Ekim ayında, New York’taki bir okulun müdürü olan Carol Burris’e, birinci sınıftaki çocuğunun matematik sınavını görünce allak bullak olmuş bir meslektaşı başvurdu. Sınav birçok bakımdan Burris’in canını sıkmıştı: Yüz üzerinden not verme, çoktan seçmeli sorular, matematik alıştırmalarının karmaşıklığı…
Bu haftanın başlarında, Finlandiyalı bir birinci sınıf öğretmeniyle bizim okulda baş başa verip bu sınavın üzerinden birlikte geçtik. Meslektaşım sınav hakkında aydınlatıcı belirlemelerde bulundu.
Finlandiyalı birinci sınıf öğretmeni ilk önce sınavdaki metinlerin fazlalığıyla sarsıldı ve küçük öğrencilerin bunlarla nasıl başa çıktığını düşünerek hayrete düştü. Finlandiya’da, okulların açıldığı ilk aylarda ülkenin her yerindeki birinci sınıf öğrencileri düşe kalka okumayı öğrenmeye çabalar.
Finlandiya’da çocuklar birinci sınıfa, yedi yaşına bastıkları yıl başlarlar. Bu demektir ki öğrencilerin çoğu örgün bir okuma eğitimi görmeden birinci sınıfa adım atarlar. Finlandiyalı birinci sınıf çocuklarını metin ağırlıklı bir matematik sınavına sokmak kuşkusuz insafsızlık olur. Bunu yapmak, ellerine olta vermeden onlardan balık tutmalarını istemeye benzer.
ABD’de birçok çocuk birinci sınıfa altı yaşında başlıyor. Kimi zaman, beş yaşında başladıkları bile oluyor. Amerikalı çocuklar için birinci sınıftan önce okuma yazma dersleri aldıkları anasınıfına gitmek çok yaygındır.
Birinci sınıftan önce okumanın öğretilmiş olması, bu çocukların okuma alanında kolayca başarıya ulaşacağı anlamına gelmiyor. Yıllarca birinci sınıflara öğretmenlik yapmış biri olarak, Amerikalı birinci sınıf öğrencilerinin çoğunun okuma konusunda çok fazla desteğe ihtiyaç duyduklarını çok iyi biliyorum. Benim küçük öğrencilerimin birçoğu, bu matematik sınavındaki soruları anlamakta güçlük çekerdi. Okuma konusudaki talepler, önlerinde bir engel olarak dikilirdi.
Finlandiyalı meslektaşım da öğrencilerine matematik sınavı uyguluyor. Öğrencilerine, neler bildiklerini öğrenmek için onlara sınav yaptığını söylüyor. Bu değerlendirmelerin çocuklarda yol açabileceği her türlü gerginliği hafifletmeye çalışıyor.
Bu süreç boyunca ebeveynler de geri bildirim alıyorlar. Öğrenciler sınav kâğıtlarını eve götürüyor ve anne-babalar bunları gözden geçirdikten sonra imzalıyorlar.
Matematik sınavı hakkındaki konuşmamız sırasında, Finlandiyalı meslektaşım ayağa kalktı ve çantasından birinci sınıf matematik dersleri için öğretmen rehberini çıkardı. Sonra ekim ayının matematik sınavı sayfasına geldi. Gördüklerim karşısında donup kalmıştım.
Gözlerim bir Amerika’daki matematik testine, bir Finlandiya’daki matematik testine gidip geldi. Sınavların her ikisi de yılın aşağı yukarı aynı döneminde uygulanmıştı ama birbirlerinden çok farklı görünüyorlardı.
O anda fark ettim ki Finlandiya’da yapılmış sınavda dikkate değer oranda daha az metin vardı. Sayfadaki sözcükler, okumayı daha da kolaylaştıracak biçimde hecelerine ayrılmıştı.
Finlandiya sınavındaki matematik alıştırmaları, bizimkilerden çok daha basitti. Soruların çoğunda, “4-2” gibi temel toplama-çıkarma problemlerini çözmesi isteniyordu birinci sınıfların. Fin dilinde okuma becerim sınırlı olmasına karşın, her bir problemin öğrenciden ne yapmasını istediğini anlayabilmiştim. Öyle tahmin ediyorum ki Finceyi hiç bilmeyenlerin çoğu, bu alıştırmaları zorlanmadan anlayabilir.
Finlandiyalı meslektaşım, bizim sınavdaki birçok sorunun karmaşıklığını göstermekte hiç gecikmedi. (Merak edenler için Amerika’daki birinci sınıflara yapılan matematik testinin tamamı: https://roundtheinkwell.files.wordpress.com/2013/10/the-math-test.pdf) Öğrencinin eksik parçayı bulmasını isteyen 1. alıştırma örneğin, afallamasına yol açmıştı. Problemde beş daire (“bildiğim parça”) ve “6” ile numaralanmış bir fincan gösteriliyordu. Fincanın altındaysa “Bütün” sözcüğü göze çarpıyordu. Meslektaşım bir dakika boyunca öylece kalakaldı.
Carol Burris bu problemi matematik dalı müdür yardımcısına da gösterdi ve gördü ki o da sorunun tam olarak neyi sorduğunu anlayamamıştı. Nasıl olur da bozuk paralar bir fincanın parçası olabilirdi?
Bu birinci sınıf sınavı üzerinde incelemeler yaparken, Burris’in dehşet verici bir gözlemi oldu: Sınavın da dayanağı olan birinci sınıf matematik müfredatının yayıncısı Pearson firmasıydı. Bu aynı zamanda, New York’taki üçüncü sınıftan sekizinci sınıfa, çoğu öğrenciye yapılan merkezi sınavları da hazırlayan firmaydı. Pearson, New York Eyaleti ile 2010 yılında 5 yıl süreli ve 32 milyon dolar tutarında bir sözleşmeye imza atmıştı.
Buradaki çıkar çatışmasını görebiliyor musunuz? New Yorklu öğrencilere yapılacak merkezi sınavları hazırlaması için para ödenen firmaya, aynı zamanda, New Yorklu öğrencilere müfredat hazırlaması için de para ödeniyor. Müfredatı, öğrencilerin merkezi sınavlarda başarı sağlayacağı biçimde oluşturmak, elbette Pearson’ın işine gelir.
Finlandiya’da böyle bir çıkar çatışması yoktur. Ülkede tek bir belirleyici merkezi sınav bulunuyor. Öğrenciler ancak liseyi bitirdikten sonra bu üniversiteye giriş sınavına girebiliyorlar. Sınav, bir yayıncılık firmasınca hazırlanmıyor; üyelerini Fin Eğitim Bakanlığı’nın dışarıdan atadığı bir kurulca oluşturuluyor.
Bu teoride, Finlandiya’daki ticari müfredat programlarının, öğrenmeyi en üst düzeye çıkarmak için hazırlandığı anlamına geliyor; merkezi sınavlarda başarı sağlanması düşüncesi, müfredat hazırlanırken dikkate alınmıyor.
Finlandiyalı meslektaşlarım, sınıflarında uyguladıkları ticari müfredat programları hakkında saygı dolu sözler ediyorlar. Söylediklerine göre Finli öğretmenler bu yüksek nitelikli müfredat kaynaklarını oluşturmak için sıkı bir çalışma yapmışlar. Bu programlara büyük güven duyuyor ve derslerinde esnek biçimde kullanıyorlar. ABD’de ise ticari müfredat programları (Pearson gibi yayıncıların hazırladığı) genellikle “öğretmen geçirmez” olarak nitelendirilir. Bu şu anlama gelir: Bu tür programlar, yetersiz ve deneyimsiz öğretmenlerin bile başarı elde edebileceği kadar takip etmesi kolay programlardır. Birçok Amerikalı öğretmen için bu açıkça kırıcı bir nitelemedir.
Birinci sınıfları merkezi sınavlara hazırlayanın Pearson firması olduğunu eleştirel bir şekilde anlattığımda Finlandiyalı meslektaşım bu duruma pek de şaşırmadı. Pearson sınav kitapçığına kaçamak bir bakış fırlattıktan sonra, şu sözleri mırıldandı: “Kesinlikle öyle görünüyor.”
Aşağıda Finlandiya’da okulun ilk aylarında yapılan bir sınav kağıdı yer alıyor:
Kaynak: https://taughtbyfinland.com/first-grade-math-tests-in-american-and-finnish-classrooms/