Bugün çok uzun zamandır ilk defa nereden başlayacağımı bilmiyorum. Nereden başlarım, nelerden bahsederim, nasıl toplarım hiçbirini bilmiyorum; kafam karışık. Kafam öğrendiklerim, öğrettiklerim, bildiklerim ve/veya bildiğimi sandıklarım yüzünden karışık. Bugün her şeyi baştan düşünüyorum.
Okul ne içindir? Okul bireylerde toplum bilinci, evrensel hak ve özgürlükler, düşünceye saygı, ötekileşmeden ve ötekileştirmeden var olmayı öğrenmek içindir. Eğitim ve öğretim etkinlikleri bu çerçevede şekillenir. Okulda öğretilen ve öğretilmeye çalışılan her şey bu çerçeveden bakıldığında anlamlıdır.
Peki, okullar bu görevlerini ne kadar üstlenmektedir ya da ne kadarını üstlenebilmektedir? Bir okul, içinde olduğu sisteme karşı görünen ancak o sistemi geliştireceği şüphe götürmeyen bir tavır alabilir mi? Almalı mıdır?
Bundan birkaç hafta önce, öğrencilerimizin yoğunluklu olarak yaşadığı semtlerden olan Cihangir’de internet yasası protestoları dolayısıyla olaylar çıkmıştı. Hemen akabinde okulda çocuklara toplumsal bilinç açısından bir açılım getirelim diye tartıştığımız bir toplantıda, “Bunu nasıl yapacağımız çok önemli, çocukların çok içinde oldukları bir süreç var ve şimdilik bu riskli olabilir.” diyerek o konuya girmenin zamanı olmadığının ateşli bir savunucusuydum. Şimdi düşünüyorum da: “Peki o uygun zaman, ne zaman?”
Bir şeylerin içinden geçiyoruz. Hep savunucusu olduğum o “içinde olduğumuz gerçek yaşama çocuklarımızı dahil etmek”, tam şimdinin görevi gibi geliyor. 14 yaşında bir çocuk, ekmek almaya giderken, ülkesinin insanları gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmaya çalıştıkları, evrensel hak ve özgürlüklerini kullandıklarında susturulmaya çalışıldıkları bir gün, başından vuruluyor. Bu çocuk aylarca yaşama tutunmaya çalışıyor. Dün sabah artık tutunamadığı, kısa süren yaşamı son buluyor ve bildiğimiz dünyadan ayrılıyor. Tüm bunları uzaktaki belli bir mesafeden izlerken bir anda acının uzaklıkları aştığını ve herkesin yüreğini yakabileceğini öğreniyoruz.
Sınıfta bir öğretmen yaşadığı üzüntüyü ve çocuğun başına gelenleri paylaşıyor. Çocuklar kendi aralarında konuşuyor. Öyle büyük çocuklar değil, 6-7 yaşlarında çocuklar. Biri diyor ki, “Bu polislerin suçu.”; bir diğeri, “Ama çok gaz varmış, belki görmemişlerdir.”; bir başkası “İsteyerek olmamıştır.” diyor ve sonuncusu da “Ama başbakanı nasıl koruyacaklar.” diye bitiriyor sohbeti. Öğretmen karışmıyor bu sohbete, sadece dinliyor. Çocuk dünyalarından gördüklerine karışamıyoruz. Sonrasında ise üzerinde düşünüyoruz, bu nasıl okunabilir diye.
Okumalardan biri şu olabilir: “Çocuklar klasik olarak suçlu/suçsuz ayrımı yapmaya gitmişler.” Bir başkası şöyle olabilir: “Çocuklar suç unsurunu arıyorlar, suça odaklanıyorlar; ancak suç unsuru yok – o zaman mutlaka bir kaza olmalı.” Ya da şöyle diyebiliriz: “Sonuncu çocuğun ailesinde neler konuşuluyor Allah aşkına?” Söyle de denebilir tabi: “Sonuncu çocuğun güce atfettiği şeyler çok önemli ve gücün korunması lazım, sanırım onun için güçlü olmak kıymetli bir şey.” Bunların her biri doğru olabilir, tam anlamıyla ya da sınırlı bir biçimde. Ya da tamamen yanlış olabilir hepsi.
Ben şimdi başka bir okuma yapmaya çalışacağım. İlk çocuk sanırım ölümle ilgili kaygısını dile getiriyor ve buna sebep olanlarla ilgili öfkesini!
İkinci çocuk inanmıyor duyduklarına ve mutlaka başka bir şey olmuştur demeye çalışıyor.
Üçüncü çocuk ise güvenmesi gerektiği söylenen kişilerin örneğin polisin, başkalarının hayatını tehdit eden tutumlarını aklının almadığını söylemeye çalışıyor.
Ve sonuncusu da, “Mutlaka bir tehdit vardır başbakan önemli bir kişi, onu o tehditten korumak için yapılmış olanlar kötü olamaz herhalde.” demeye çalışıyordur belki.
O halde tekrar bakalım duruma. Çocuklara yerel ve genel yönetimlerle ilgili, hayat bilgisi derslerindeki sınırlı bilgilerin dışında ne veriyoruz? Okulda meclis ya da sınıf başkanı seçimleri, demokrasi bilincinin aşılanması için ne kadar yeterlidir? Bu bir bilinçlendirme midir ?
- Örneğin, güvenlik nedir?
- Güvenliğimizi korumakla görevli kişilere nasıl güvenebiliriz?
- Toplum güvenliği mi, seçilmişlerin güvenliği mi önemlidir?
- Seçilmişler ne için seçilmiştir ? Seçilmişler kimi temsil eder ?
- Güç ne zaman zorbalığa dönüşür?
- Kişi hak ve özgürlüklerinin korunması öncelikler arasında mıdır?
- Özgürlük nedir; serbestlik ve başıboşluk mudur?
- Neyi, ne kadar, ne zaman, nasıl yapacağımızı nasıl ve kimden öğreniriz?
- Bir kişinin özgürlükleri, bir toplumun özgürlüklerinin önünde midir?
- Tüm bunlarla ilgili farklı fikirlere de sahip olsak ortak uygulamalar bulabilir miyiz?
- Farklı düşüncelerimize karşın birlikte yaşayabilir miyiz?
- “Biz” dediğimiz zaman bir “onlar” yaratmak zorunda mıyız?
- “Onlar” diyerek ötekileştirmeden hep beraber, ortak bir zeminde buluşup “biz” olamaz mıyız?
- Davranışlar, yetki, sorumluluk ve inisiyatifler nasıl ele alınmalıdır?
- Davranışlarımızın sorumluluğu kime aittir?
- Bu sorumluluğu üstlenmek ve bununla yaşayabilmek de bir özgürlük değil midir?
Bu ve benzeri binlerce soru olabilir. Bir çocuğun bir ülkeyi acıya boğarak ölmesi: Bugün Berkin Elvan toprağa verildi. Ardında acılar içinde bir anne baba, aynı acıyı daha önce yaşamış ebeveynlerin tazelenmiş yaraları, bir toplumun sızlayan vicdanı ve kanayan kalbini bırakıyor. Ve biz okullarda susulması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü çocuklar bunu anlamazlar, bu onlar için çok korkutucu diyoruz. Galiba aslında kendimiz içinden çıkamıyoruz ve, “Bilmiyorum, ben de korkuyorum.” diyememek yüzünden konuşmamak en akıllıca olan geliyor bize.
Okullar ne içindir? Okul toplumun bir aynası ve prova yeri ise neden toplumsal yaşamın gerekliliklerini konuşmak için bekliyoruz? Neden içinde yaşadığımız sosyolojik, antropolojik, psikolojik, etik ve demokratik koşulları yaşı kaç olursa olsun çocuklarla konuşmuyoruz? Siyasallaşmaktan mı korkuyoruz yoksa içinden çıkamayıp gücümüzü kaybetmekten mi? Bunu çok küçük yaşlardan itibaren konuşmazsak bu bilinci çocuklara aktarmayı nasıl düşünebiliriz? Onları evrensel hak ve özgürlükleri bilen, buna saygı duyan bireyler olarak yetiştirmemiz nasıl düşünülebilir?
Şimdi bildiklerimi ve bildiğimi sandıklarımı yeniden düşünüyorum. Kendi içimde bir karmaşa var ve ben durulmasını bekliyorum. “Eğitimi yeniden düşünmek” dediğimiz zaman, yukarıdaki her şeyi bir daha düşünmemizin zamanının çoktan gelip geçtiğini hissediyorum.
Şimdi değilse ne zaman?
Beyhan ÖZPAR
“İnsan”